Türkiye, 19 Mart 2025’te siyasi tarihinin en kritik müdahalelerinden birine tanıklık etti. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na yönelik “çıkar amaçlı suç örgütü liderliği” suçlaması, yalnızca bir belediye başkanının değil, doğrudan halkın iradesinin hedef alındığını gösteriyor. İstanbul’un ilçe belediye başkanlarının tutuklanmasıyla başlayan süreç, İmamoğlu’nun etrafındaki çemberin daraltılması ve Büyükşehir’e operasyon düzenlenmesiyle devam etti. Saray, büyük bir toplumsal tepki bekledi ancak bu tepki gelmeyince süreci daha da ileri taşıdı.
İmamoğlu’na yöneltilen suçlama, hukuki değil, siyasi bir mühendislik projesidir. Seçimle kazanılamayan İstanbul’u kayyım yoluyla ele geçirme planı devrede. Bugüne kadar kayyım atamaları daha çok HDP’li belediyeler üzerinden yürütülürken, bu kez Türkiye’nin en büyük kentinin iradesi yok sayılıyor. Saray, muhalefetin en güçlü ismini sahneden silme hedefinde.
Erdoğan’ın Putinleşme Denemesi
19 Mart, Türkiye’de sandıkla iktidarın değişme ihtimalinin sona erdiğini gösteriyor. Erdoğan, seçimleri sadece bir meşruiyet aracı olarak kullanarak giderek Putinvari bir yönetim modeli inşa ediyor. Ancak burada kritik bir soru var: Türkiye, Rusya olmaya hazır mı?
Rusya’da Putin’in otoriter rejimi, ekonomik gücü ve medya üzerindeki kontrolü sayesinde ayakta duruyor. Türkiye ise derin bir ekonomik kriz içinde. Artan yoksulluk, hızla yükselen enflasyon ve çöken kamu maliyesi, Erdoğan’ın böyle bir yönetimi sürdürebilmesini zorlaştırıyor.
Muhalefet ise bu sürecin geleceğini doğru okuyamadı. Kılıçdaroğlu döneminde Erdoğan’ın anayasaya aykırı adaylığına itiraz edilmemesi, Özgür Özel döneminde sarayla uzlaşma çabaları, bugünkü sıkışmışlığı yarattı. CHP, anketlerde birinci parti olsa da, 19 Mart sürecine hazırlıksız yakalandı. İYİ Parti liderinin üç yıl sonraki seçimleri boykot etme çağrısı da bugünkü krizi anlamaktan uzak, sembolik bir tepki.
Ekonomik Kriz ve Yeni Bir Dönem
Bu darbe, Türkiye’yi ağır bir ekonomik çöküşe sürükleyecek. Yargının siyasallaşması ve hukuk güvencesinin yok edilmesi, yatırım ortamını bozacak, uluslararası sermayeyi kaçıracak. Devletin tüm kaynaklarını elinde tutan bir iktidar, ekonomik çöküşü kontrol etmek için baskıyı artıracak ve toplumu daha da sindirme yoluna gidecek.
Tarih Bize Ne Anlatıyor?
Türkiye’nin yakın tarihi, darbelerle gelen iktidar değişikliklerinin her zaman uzun vadede halk iradesiyle karşılaştığını gösteriyor. 1960’ta devrilenler 5 yıl sonra tek başına iktidara geldi. 1971 muhtırasından 4 yıl sonra halk, muhtırayı verenlere karşı çıktı. 1980 darbesinden sonraki ilk seçimde halk, darbecilerin desteklediği adaya değil, karşısındaki adaya oy verdi. 28 Şubat sürecinde “muhtar bile olamaz” denilen Erdoğan, 3 yıl sonra başbakan oldu.
Şimdi de 19 Mart operasyonuyla İmamoğlu’nun liderliği tescillenmiş oldu. Olası bir kayyım ataması, onu sadece mağdur değil, daha güçlü bir siyasi figür haline getirecektir İmamoğlu’nu..
Mücadele Yeni Başlıyor
Türkiye artık yeni bir döneme girdi. Bu noktadan sonra demokrasi savunucularının en büyük görevi, rejimin gerçek adını koymak ve mücadele stratejisini değiştirmek olmalıdır. Otoriterleşme gerçeğini kabullenip ona karşı sahici bir direniş inşa etmek gerekiyor.
Bugüne kadar her darbe, halkın iradesiyle aşılmıştır. Baskılar arttıkça direniş güçlenir. Şimdi en kritik soru şu: Muhalefet, bu krizi yönetebilecek mi, yoksa süreci seyirci olarak mı izleyecek?
19 Mart, bir son değil, yeni bir mücadelenin başlangıcıdır. Sandık oyunları ile demokrasicilik oynamak yerine, otokrasiye karşı gerçek bir duruş sergileme zamanı gelmiştir.