Fikir Kulübü’nün kurucularından, uzun yıllar boyunca CHP Bodrum İlçe Başkanlığı yapmış, çizgisinden sapmayan omurgalı bir Cumhuriyet Halk Partili olan Recai Seymen’in paylaştığı Kemal Anadol programı, yalnızca geçmişin izini sürmekle kalmadı; geleceği kurmak için hangi kavramsal araçlara ihtiyaç duyduğumuzu da hatırlattı.
Kemal Anadol, programda Türkiye’deki “sol”un Avrupa’daki sosyal demokrasiyle karıştırılmaması gerektiğinin altını çiziyor. Avrupa tipi sosyal demokrasi, esasen sömürgecilikten elde edilen artı değerle kendi işçisini ehlileştiren bir uzlaşma rejimidir. Emperyal merkezler bu düzeni kendi çıkarları doğrultusunda kurarken, işçi sınıfına sunulan refah da bu dış kaynaklı sömürünün ürünüdür.
Oysa Türkiye’nin böylesine bir tarihsel zeminle ilişkisi yoktur. Türkiye’de halk, doğrudan üretimin içinde, yoksulluğun ve eşitsizliğin tam ortasında, devletten yana değil, devlete rağmen var olagelmiştir. Bu yüzden Avrupa’dan alınan kavramları, tarihsel bağlamdan koparıp olduğu gibi ithal etmek, sol siyaseti yüzeysel kılar.
İşte bu noktada “demokratik sol”, Türkiye’nin kendi toplumsal dokusundan beslenen, halkçı bir ideolojik hattın adıdır. 1965 yılında İsmet İnönü’nün “ortanın solu” çıkışıyla şekillenmeye başlayan bu hat, Bülent Ecevit’in yükselişiyle birlikte emek eksenli bir halkçılığa evrilmiştir. “Toprak işleyenin, su kullananın” sözü, salt bir slogan değil, bir toplum sözleşmesiydi adeta.
Kemal Anadol’un ifadesiyle Ecevit, sadece CHP içindeki bir rolü kapmakla kalmamış, partinin halkla kurduğu bağı yeniden tanımlamıştır. Böylece CHP; yoksulların, işçilerin, köylülerin, emeklilerin, işsiz gençlerin sesi olmayı hedefleyen bir çizgiye yönelmiştir.
Bugün hâlâ partide “sosyal demokrat”, “merkez sol”, “ortanın solu”, “demokratik sol” gibi tanımlar etrafında süren tartışmalar, aslında bu tarihsel ayrışmanın güncel yansımalarıdır. Ancak Türkiye’nin ihtiyacı olan şey, kavramsal bulanıklık değil; halktan yana, emekten yana, laik, kamucu ve adil bir yönelimdir.
Recai Seymen’in bu programı bizlerle paylaşması, yalnızca bir medya içeriğini değil; siyasal bir mirası ve ideolojik bir duruşu da hatırlatma işlevi gördü. Kendisine bu vesileyle hem teşekkür ederim hem de bu yazıyı onun gibi ilkesinden ödün vermeyen partililere saygıyla ithaf ederim.
Çünkü geçmişi anlamadan bugünü yorumlayamayız. Ve doğru kavramlarla yüzleşmeden, yarını inşa edemeyiz.