Bugün günlerden 17 Ağustos 2025. Aynı günün 26 yıl öncesini hatırlayanımız çoktur. Evet.. 17 Ağustos 1999. 45 saniye süren bir depremin sonunda, ülkemdeki resmi rakamlara göre 17480 kişi öldü, 23 Bin 781 kişi yaralandı. Çok fazlası olduğu ise dilden dile dolaşıyor.
1989 yılıydı. Mesleğimin ilk yılında ve ilk yaptığım imar planı, Düzce’nin Gölyaka ilçesine aitti. O zamanlar Düzce ilçe, Gölyaka ise beldeydi. Gölyaka yerleşmesi, Efteni Gölü’nün kuruduğu yerde oluşmuş bir kentti ve dolayısıyla zemini oldukça kötüydü. Rahmetli Belediye Başkanı ise ilkokulu dışarıdan bitirmiş bir Almanya işçi emeklisiydi.
Yaptığım imar planında, sadece merkezde birkaç yapı adasında 3 kat ticaret yapılanması öngörülmüş (zaten vardı), diğer kesimlerde tamamen ayrık (bahçeli) nizam ve 2 kat yapılaşma planlanmıştı.
1990 Yılında Karadeniz Teknik Üniversitesinde akademisyen olarak çalışmaya başlamıştım ve doktora tezim (9 yıl süren bir tezdi) bittiğinde Bursa Uludağ Üniversitesine geçiş için hazırlık yapıyordum.
1999 yılının Temmuz ayında geçiş planlanmış ve evimi 10 Temmuz 1999’da Trabzon’dan Bursa’ya taşımıştım. Ancak Temmuz ayının başlarında Gölyaka’dan bir telefon almıştım. Ahizenin ucunda, henüz tanımadığım ama Gölyaka Belediye Başkanı olduğunu söyleyen birisi; “Hocam bizim memlekette, geçmiş dönem başkanımız, 2 katlı yerlere 4 kat ruhsat vermiş, şimdi yargılanıyor. Planı da sen yapmışsın, bir zahmet gelsen de, şu imar planında 2 kat gözüken yerleri 4 kata çıkarsak ve başkanımızı bu sıkıntıdan kurtarsak” diyordu.
Bu talep karşısında bir an ne diyeceğimi bilemedim. Saniyeler içinde toparlanıp; “Sayın başkan, imar planı öyle pat diye 4 kata çıkartılamaz. Programım yoğun. Talebinize en kısa zamanda cevap verip, programa alacağım. Durumu yerinde görelim değerlendirelim.” demiştim. Ve Gölyaka’ya gelme tarihi olarak 17 Ağustos 1999 gününü belirlemiştik.
17 Ağustos 1999’da sabaha karşı Bursa’da yakalandığımız depremden sonra ailemin güvenliğini sağladım ve hemen arabama atlayıp Adapazarı’na gittim. Ablam ve ailesi Adapazarı Şeker Fabrikasında yaşıyorlardı. Sabahın ilk ışıklarıyla Adapazarı’na Arifiye üzerinden ulaştığımda, müthiş bir toz bulutu içinde “ölüm kokan” bir atmosfer hakimdi.
Yıkıntılar arasından zorlukla Şeker Fabrikasına ulaştığımda kız kardeşim ve ailesinin, evlerinin önündeki çadırda oturur halde buldum. Şükür ki, hayattalardı. En önemli sebep ise, Şeker Fabrikasının evlerinin Almanlar tarafından yapılmış olmasıydı. Parantez içinde; “o güzelim fabrikayı da sattık”, kapat parantezi..
Sanıyorum saat 11 civarıydı ve Gölyaka’ya çok zorlu bir yoldan ulaşabilmiştim. Ben Gölyaka’ya ulaştım ama Gölyaka yoktu ki. Yıkıntılar arasında koşuşturan insanlara belediye başkanını sorduğumda bana bir yıkıntıyı işaret ettiler. Gittiğimde başkan olduğunu söyledikleri kişi, toz içinde ceset çıkarıyordu.
Belediye Başkanıyla ayak üstü tanışma sonrasında; “Başkan Gölyaka’yı 4 kata çıkarmaya geldim” kinayesiyle söylediğim cümle sonrasında başkanın büyüyen gözlerini hiç unutmuyorum. Sonrasında yanımıza gelen ve gazeteci olduğunu söyleyen biri bana sorular sormaya başladı. “İmar planını yapan sizmişsiniz ne düşünüyorsunuz?” sorusuna o andaki telaşla verdiğim cevap da bugünkü gibi aklımda. “Benim planladığım Gölyaka değil, sizin inşa ettiğiniz Gölyaka yıkılmış” deyiverdim.
Gölyaka o zamanlar 2 Bin kişilik bir beldeydi. Ancak 1999 depreminde, nüfusuna oranla en çok kaybı yaşayan yerleşmeydi aynı zamanda. 2000’li yılların başında tekrar imar planını yaptığım Gölyaka’da, en büyük kayıpların 2 katlı bahçeli evlerden değil, 4 katlı kaçak yapılardan çıktığını görmüştük.
Meslek hayatımın daha ilk yıllarında yaşadığım bu acı deneyimden sonra, Gemlik’in (Bursa) imar planı revizyonunu yapmaya başlamıştım. O zamanlar hayatta olan rahmetli Prof. Dr. Aykut BARKA hocamız, yapılan jeolojik çalışmalarda Gemlik ovasının ortasından geçen ve henüz kırılmamış çok ciddi bir Fay Hattını bulmuştu.
Gemlik ovasının ortasından geçen fay hattının üzeri 4-5 ve yer yer 6 katlı yapılarla doluydu. Ovayı baştan başa geçen ve Marmara Denizine saplanan bu önemli fay hattının etrafını, yaklaşık 60 metreye varan genişlikte “Yeşil Alan” olarak planladım tabi. Olası bir depreme kadar bu alanın boşaltılması ve yerleşmenin, zeminin daha sağlam olduğu kuzey yamaçlarına kaydırılmasını önermiştim.
İmar planı önerimi belediye meclis salonuna astığımda, başta dönemin belediye başkanı olmak üzere çok sayıdaki meclis üyesi kıyameti kopardı tabi. O bağırışlar içinde söz alıp yaptığım konuşmayı dün gibi hatırlıyorum.
“Rahmetli dedem Ahmet ÖZYABA’nın, Kuvayi Milliye’ye bağlı 9 milis arkadaşıyla, Umurbey tepesinden (bugün Celal BAYAR’ın anıt mezarının olduğu bölgedir) mavzerlerle ateş ederek (mavzer, 4 kg ağırlığında ve 5 mermi alan bir tüfek türüdür) Gemlik Limanına Yunan zırhlısını yanaştırmadığını biliyorum. Dedemin elinde o zaman mavzer vardı ve düşman gemisini Gemlik’e yanaştırmamıştı, o dedenin torunu olarak benim ise elimde bugün sadece bir rapido kalemim (imar planları bu kalemlerle çizilirdi) var ve ben de bu kalemle rantı Gemlik Limanına yanaştırmayacağım” demiştim.
Benim o imar planım 2002 yılında “oy çokluğuyla” onaylanmıştı ama yaklaşık 1 yıl sonra, yine bir meslektaşım tarafından revize edilerek, aynı fay hattının üzerine 5 katlı yapılaşma imar planını çizi vermişti.
Bugün için aslında başka bir yazı yazmıştım ama takvim yaprağı, bu anılarımı paylaşmaya zorladı. Umuyor ve diliyorum ki; Bodrum ve Muğla yerel yöneticileri, takvim yaprağının işaret ettiği gerçeği görerek gereken adımları atacaktır. TMMOB bileşenleriyle Eylül başı itibariyle yapılmaya başlanacak “dirençsiz binaların belirlenmesi” çalışmasının çok ötesinde çabalar gösterilmesi gerektiğinin altını bir kez daha çizmek zorundayız. Çünkü felaketin boyutlarını kestiremiyoruz ve bunun şakası yok.