AKP iktidarıyla birlikte, “çökme” sadece ekonomik alanlarda değil, doğadan tarihe, yaşam biçimlerinden kıyılara kadar her alanda sistematik bir yöntem haline geldi.
Türkiye, son 20 yılda sadece ekonomik bir yoksullaşma yaşamıyor; aynı zamanda topraklarına, kıyılarına, tarihine ve yaşam alanlarına yönelik çok boyutlu bir “çökme” süreci ile karşı karşıya. Bu sürecin son örneği, Milas Kıyıkışlacık’ta, Zeytinlikuyu sahilinde yaşandı. Yüzyıllardır özgürce nefes alan bir kıyı, mafyavari yöntemlerle, “muhafazakâr otel” bahanesiyle işgal edilmek istendi.
Ancak bu girişim, halkın, çevrecilerin, demokratik kitle örgütlerinin ve yerel güçlerin güçlü dayanışmasıyla karşılaştı. Zeytinlikuyu Plajı boyunca oluşturulan insan zinciri, sadece bir sahili değil; laik yaşamı, kültürel mirası, doğayı ve halkın ortak mülkünü savunmanın sembolü oldu.
Tarihî Alanlara Sistematik Saldırı
AKP iktidarı boyunca, sit alanları ve arkeolojik bölgeler “imar affı” düzenlemeleri, plan değişiklikleri ve siyasi baskılarla birer birer kuşatıldı. Antik kentlerin çevresine oteller, villalar, rant projeleri yapılmasının önü açıldı.
İasos, Latmos, Bargilya, Cennet Koyu, Gökova… Her biri birer uygarlık mirası olan bu bölgeler, kısa vadeli kazanç hesaplarıyla sistematik bir şekilde yağma planlarının hedefi oldu.
Bu bölgelerdeki yağma girişimlerinin ortak özelliği, halkın ve sivil toplumun haberi olmadan “yukarıdan” gelen kararlarla başlamasıdır. Bürokratik bir yazı ya da özel bir izin belgesiyle, binlerce yıllık bir tarihin kaderi değiştirilmek isteniyor.
Ormanlar ve Kıyılar da Aynı Kaderde
Benzer bir süreç ormanlarda yaşanıyor. Maden sahaları, enerji projeleri ve turizm yatırımları bahanesiyle ormanlar parsel parsel şirketlere devrediliyor. Yanan ormanların yerine ağaç dikilmesi gerekirken, çoğu bölgede inşaat ruhsatları gündeme geliyor.
Kıyılar da bu yağma zincirinin bir parçası. Halk plajları, özel işletmelere “kiralama” adı altında devrediliyor. Kıyı Kanunu’nun açık hükümlerine rağmen kıyılara duvarlar örülüyor, turnikeler konuluyor. Kıyılar, Anayasa’da “devletin hüküm ve tasarrufu altındaki alanlar” olarak tanımlansa da, pratikte özel mülk muamelesi görüyor.
Laik Yaşam Biçimi Üzerindeki Baskılar
Zeytinlikuyu örneğinde olduğu gibi, çökme girişimleri yalnızca ekonomik veya fiziki değil, aynı zamanda yaşam tarzlarına yönelmiş durumda. “Muhafazakâr otel” bahanesiyle kıyıların, mekânların ve kamusal alanların dönüştürülmeye çalışılması; laik yaşam biçimini, hoşgörü kültürünü ve kamusal özgürlükleri hedef alıyor.
Bu baskılar, turizmin geleceğini de tehdit ediyor. Turizm, ancak özgürlüklerin, hoşgörünün ve çok sesliliğin yaşadığı yerlerde gelişebilir. Oysa rant grupları bu alanları tek tip yaşam biçimlerine hapsetmeye çalışıyor.
Zeytinlikuyu: Bir Kıyıdan Fazlası
Zeytinlikuyu’daki insan zinciri, bu yüzden yalnızca bir eylem değil; bir sınır çizme anıdır. “Buradan öteye geçemezsiniz” mesajıdır. Halk, orada yalnızca bir sahili değil; yaşam biçimini, tarihini, doğasını ve özgürlüklerini savundu.
Bu mücadele sadece Kıyıkışlacık’ın değil, tüm Türkiye’nin mücadelesidir. Çünkü aynı yöntemler farklı coğrafyalarda, farklı isimlerle, ama hep aynı zihniyetle uygulanıyor.
Sonuç
AKP döneminde “çökme”, artık bir istisna değil, bir yönetim tarzı haline geldi. Devletin kaynaklarından ormanlara, tarihi alanlardan kıyılara, kent merkezlerinden köylere kadar her yer bu sistematik baskı ve yağma döngüsünün içinde.
Bu nedenle Zeytinlikuyu’daki mücadele, yalnızca bir yerel direniş değil; Türkiye’nin geleceğine dair bir direniş hattıdır. Tarihine, doğasına, yaşam biçimine sahip çıkan herkesin bu zincire el vermesi gerekiyor.