Çarşamba, Temmuz 23, 2025

Çok Okunanlar

Benzer Gönderiler

Aya Nikola Kilisesinden Işık Fışkıracakmış

Malum havalar sıcak ve Zalimcan, bizim evden çıkmıyor. Çünkü elektrikler kesilmediği sürece klimanın serinliğinden faydalanıyor. Kişisel konforumu biraz bozsa da ses çıkarmıyorum artık. Dün sabah kahvaltı sonrası kahve içerken birden Bodrum Çarşıdaki Aya Nikola Kilisesine ilişkin Başkanımız Tamer MANDALİNCİ’nin muhteşem projesinden bahsetti ve fikrimi sordu. Anlattığına göre; Başkanımız bir proje hazırlatmış. Kilisenin içine çelikten yeni bir yapı yapılıp camla kaplanacakmış, ışıklandırılıp müze yapılacakmış. Herkes saatler 20.00’yi gösterdiğinde, Kilisedeki ışık oyunlarını, animasyonları ve müzik gösterilerini izlemeye gelecekmiş.

“Sit Koruma Plancısı” ünvanıyla yıllarca Şanlıurfa gibi kentler başta olmak üzere Anıtlar Kurulu Üyeliği, çok sayıda Koruma Amaçlı İmar Planı yapmış, Sit Koruma konusunda çok sayıda ulusal ve uluslararası kongrelerde bildiriler sunmuş bir akademisyen olarak hemen atladım konuya tabi.

Tarihi çevrelere dokunmak özen, deneyim, uzmanlık, ekip çalışması ister. Hatta 30 yıl boyunca lisans ve lisansüstü düzeyde Mimarlık öğrencilerine verdiğim “Koruma ve Yenileme Teknikleri” dersinin daha başında söylediğim şey şu olmuştur; “Mimar oldum diye sakın tarihi çevreye dokunma cesaretine sahip olmayın, zira tarihi çevre alev gibidir, bilinçsizce dokunursanız yanarsınız”.

Tarihi bir çevreyi/yapıyı korumanın, yenilemenin çok sayıda yöntemi ve tekniği vardır. Ama özündeki temel unsur; tarihi yapı ya da çevrenin yapıldığı dönemki ruhuna ve yapım teknolojisine saygısızlık etmemektir. Venedik Tüzüğü (1964), Amsterdam Bildirgesi (1975), Cracow Tüzüğü (2000), ICOMOS Bildirgeleri, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, Yönetmelikleri ve Koruma Yüksek Kurulu İlke Kararları, tarihi ve kültürel miras alanına yönelik kriterlerin ve eylemlerin tanımlanması için referans belgeler olarak kabul edilir.

Yapı ölçeğinde, bozulan parçaların yeni malzeme ve yapı teknolojileriyle yenilenmesi, stürüktürel sorunların giderilmesi, yok olan kısımların yerine konması şeklinde yapılan yenileme müdahalelerini kapsayan teknik, “Restorasyon” olarak adlandırılır.

  1. yüzyılın başlarında Viollet le Duc ve John Ruskin gibi uzmanların “ölüyü yeniden diriltmek kadar saçma” diyerek karşı çıkmalarına rağmen, yok olan bazı kentsel alanlarda ya da bazı yapılarda uygulanabilmektedir. Ancak dini yapılarda bu yöntemi uygulamak çok risklidir.

Yapı ölçeğinde, temizleme, ayıklama, canlandırma gibi müdahalelerle yapılan iyileştirme çalışmaları, kentsel ölçekte daha çok doku yenileme, temizleme, canlandırma, yayalaştırma gibi müdahalelerle gerçekleşen uygulamalara “Rehabilitasyon” denirken, bir yapı ya da yapılar grubunu, bulunduğu yerden bir başka yere taşımak şeklinde gerçekleşen uygulamalara ise “Reprodüksiyon” denmektedir. Dünyada bunun örnekleri sınırlı olmakla birlikte Hasankeyf’te taşınan 7 tane cami-türbe-minare-çeşme-kapı gibi eserler, Japonya’da Nara’dan Kyoto’ya taşınan saray, Mısır’da Abu Simbel Kaya Tapınakları ve Çekya’da Most Katedrali’nin taşınması gibi uygulamalar, çok büyük maliyetlerle gerçekleştirilmiştir.

Bir yapının ya da bir kentsel alanın elde kalan parçalarına, bilgilere, fotoğraflara, resimlere dayanarak yeniden yapılmasıyla gerçekleştirilen bir yenileme türüne ise “REKONSTRUKSIYON” denir ki Aya Nikola Kilisesi için en uygun yöntemin bu olduğu düşünülmektedir. Bu yenileme türü de ölçeğe bağlı olarak kendi içinde iki türe ayrılmaktadır.

  1. Anastilosis; Bir anıta ait dağınık mimari parçaları bir araya getirerek onu yeniden bütünlüğüne kavuşturmak işlemidir. Bu yenileme türünün ideal olabilmesi için, anıtın tüm parçalarının dağınık ta olsa bulunabilmesi ve yapı içindeki yerinin belirlenebilmesi gerekmektedir. Özgün yapıdan az bir kalıntı varsa bu işlem yapılmamalıdır.
  2. Rekonstrüksiyon; Bir anıta ait tüm parçaların bulunamamasına rağmen, gerek rivayetlerle, gerekse diğer tüm bilgi, belge, fotoğraf ve resimlerle yeniden gerçekleştirilebilecek durumlarda uygulanabilir.

Özellikle II. Dünya Savaşı sırasında yaşanan yıkımlardan sonra bir çok Avrupa kenti yeniden inşa edilmiştir. Bunlara örnek olarak Paternoster Area (Londra), Varşova ve Gdansk (Polonya) kentleri, savaştan sonra, elde bulunan verilerle tamamen yeniden yapılan kentlerdir. Kuşkusuz bu tür yenilemelerdeki en önemli sorun; var olmayan bir kentsel alanı ya da yapıyı yeniden canlandırırken, orijinal yapının ne kadar oluşturulduğudur. Buradaki amaç, yok olan bir kentsel alanın, tarihsellik, efsanevilik, estetik, duygusal, edebi ve algısal yönlerini yaşatmak olmalıdır.

Her ne olursa olsun dini yapılarda restorasyon tekniği yerine rekonstrüksiyon tekniğini uygulamak ve yapının kullanım biçiminin, inananlar tarafından yadırganmamasını sağlamak gereklidir. Örneğin Macaristan’ın Pecs kentindeki Gazi Kasımpaşa Caminin kubbesinin üzerindeki hilal korunmakla birlikte, hilalin üzerine yapılan haç, Müslümanlar tarafından çok ciddi eleştirilere konu olmuştur.

Aya Nikola Kilisesine dokunmak yürek ister. Hele hele “çelik konstrüksiyon ve cam yapıp ışıklandıracağım” demek, bizim meslek camiasında “yürek mi yedin?” sorusunu sordurur. Sevgili Belediye Başkanımız, Mimarlık eğitimi boyunca ya bu tür bir ders almamış, aldıysa da yeterince içselleştirememiş olabilir. Allahtan benim derslerime girmemiş, yoksa aramız bozulurdu.

Varşova’da, Bosna’da, Mostar’da, İstanbul’da, Venedik’te, sayısız örneklerle dolu olan tarihi yapı ve çevre yenileme örneklerinde, çok sayıda uzman (mimar, mühendis, biyolog, antropolog vd), uzun süren çalışmalar ve tartışmalar sonucunda yenileme tekniklerine karar vermektedirler. Sonrasında ise bu kararlarını, “Dünya Mirası” olan tarihi yapı ve çevrelerdeki müdahalelere izin verecek otoritelerin denetimlerine sunmaktadırlar.

Konunun çok fazla teknik detaylarına girmeyelim ama bu tür kararlar sevgili Başkanımızı heyecanlandıran şekliyle son bulmayabilir.

Şanlıurfa Göbeklitepe kazılarını 1990 yıllardan itibaren canla başla yürüten rahmetli Prof. Dr. Klaus Schmidt, Göbeklitepe kazı alanının üstüne bir örtü yapılması için Almanya’daki çok sayıda Üniversite arasında bir yarışma düzenletmişti ve 1. gelen projeyi, üyeliğim döneminde Şanlıurfa Anıtlar Kuruluna sunmuştu. Kurulda yaklaşık 6 ay süren inceleme/araştırma ve tartışmalar sonucunda (çok sayıda uzmanın da harici görüşlerini alarak), bize sunulan projeyi kısmen değiştirtip bugünkü uygulanan haline getirmiştik. Yani tarihi çevrelere dokunmak öyle çok kolay bir şey değil ne yazık ki.

Ayasofya’nın Kiliseden Camiye çevrilmesi ise başlı başına özgün bir tartışma konusu olarak ele alınmalıdır. Ama hiçbir dini yapı, özgün malzemenin dışında camla falan yenilenemez, yenilenmesinden sonra da içi ışıklandırılıp disko gibi yapılamaz. Zaten “Halikarnassos’un antik Hipodromun’un” üstüne “sanayi”yi yapıştırdık. Yetmedi bir de stadyum yaptık. Bari Kiliseyi “palyaço sirkine” çevirmeyelim. En azından karşımızdaki İstanköy’lü komşularımızın büyük çoğunluğunun Hristiyan olduğunu da bir kenara not etmek lazım. Kendimize güldürmeyi bırak, tepkileri dünya basınında gündem olur.

Aklınızı başınıza alın!..

Arena Haber
Arena Haber
Bodrum'un Güncel, İlkeli ve Güvenilir Haber Sitesi...

Popüler Haberler