Zalimcan bu aralar hem endişeli hem de öfkeli. Her geldiğinde uzun uzun sohbet ediyoruz. Ama anlattıklarının çoğunu sizinle paylaşamıyorum; çünkü o, kitabın ortasından konuşuyor. Anlattıklarının bir kısmını bile yazsam, sosyal medya üzerinden Belediye Başkanımız hemen kendince “ayar” vermeye çalışıyor. Zaten memlekette düşündüğünü söyleyenlerin başına neler geldiğini hepimiz biliyoruz, değil mi?
Ateş Çemberinde Bir Ülke
Ülkemin etrafı adeta ateş çemberi. Değerlerimiz çürümüş, vicdanı olanlar ise kahredici bir yalnızlık içinde kıvranıyor. Akıl adına, bilim adına, vicdan adına ve tüm kutsallar adına artık yüksek sesle haykırmanın zamanı geldi.
İnsanların dilindeki cümlelere kulak verin:
- “Siyaset sadece siyaset yapanların yararlandığı bir çıkar mekanizmasına dönüştü.”
- “Yetkililer sorumluluk hissetmiyor.”
- “Toplumsal cehalet her şeyi kavuruyor.”
- “Türk toplumu böyle değildi.”
- “Bizi seçin dediniz, seçtik. Meydanlara koşun dediniz, koştuk. Alkışlayın dediniz, alkışladık. Peki siz bizim için ne yaptınız?”
Millet, yöneticilerin her istediğini yaptı. Karşılığında ne aldı? Ötekileştirme, liyakatsizlik, umursamazlık, “ben yaptım oldu” tavrı ve “sen sus” baskısı… Ama halkın izlediğini, sabrettiğini ve günü geldiğinde cevap vereceğini ve koltuklarınıza yapıştırdığınız kibrinizin sizi kurtaramayacağını da unutmayın.
Bodrum’un Acı Gerçeği
Gelelim Bodrum’a… Daha önce söylediklerimizi tekrar edelim:
- Bodrum aşırı yapılaşma altında eziliyor, kirleniyor, çirkinleşiyor.
- Altyapı yetersiz, kalitesiz.
- Kentin zenginlikleri halkın yaşam kalitesine hizmet etmiyor.
- Ulaşım bireysel, kirli ve tehlikeli.
- Çalışanlar, memurlar, öğrenciler kentin bütün külfetini sırtlanıyor.
- En güçlü gelir kapısı olan turizm, ne ölçülüyor, ne değerlendiriliyor, ne de bir şey yapılıyor. Ama sorarsanız, turizm 12 aya yayılıyor. Yayılanın ne olduğunu tarih gösterecektir elbette.
Tarihî miras ve yerel kültür yaşatılmıyor. Bodrum’un genetiğinde olmayan bir yaşam biçimi, üzerine zorla giydirilmeye çalışılıyor. Kent doğadan kopuyor, yapaylaşıyor, hastalanıyor. Neden mi? Çünkü ısrarla ve inatla planlanmıyor.
Üç Farklı Bodrum
Kent yönetimi halkçıymış gibi gözükse de halkı azarlamakta, danışmamakta, ve hatta görüşmemeyi tercih ederek büyük hatalar yapmakta. Çünkü “Dünya Kenti Muğla’nın” incisi Bodrum’da hala her şey, feodal ilişkiler ağını ören “ağalar” ve “beyler” tarafından kurgulanıyor. Söylenmese de, söyleyince inkar edilse de, kaş/gözle işaret edilen Bodrum’da üç yaşam var:
- Bodrumlular (%20): Susuyor, “bizim oğlana” toz kondurmuyor.
- Tatilciler, kısa süreli gelenler (%50): Keyfine bakıyor, işler kötüye gidince “hizmet yok” diye bağırıyor.
- Dışarıdan gelip burada yaşayanlar (%30): “Ne olacak bu Bodrum’un hali?” diye düşünüyor ama çaresizlik içinde seyrediyor.
Sonuç? Mağduriyet, çaresizlik ve tepki…
Ne Zaman Umursayacağız?
Bodrum; son orman yandığında, son balık tutulduğunda, son kumsal işgal edildiğinde, son tarla satıldığında mı anlayacak yok olup gittiğini?
Eski Türkler demiş ya: “Paranın haramı ya binaya gider ya da zinaya.” Bir düşünün… Yokuşbaşı’ndan aşağıya baktığımızda insanın sorası geliyor. Çok paramız var da niye hâlâ sularımız kesik?
Belleğini Kaybetmeyen Bir Kent
Her şeye rağmen Bodrum’un hâlâ bir belleği var. Hâlâ “ne olduğunu” bilen, “ne olacağına” üzülen bir hafıza… Ama bu hafıza ne kadar daha yaşayacak?
Patlayan su boruları, kesilen elektrik, ulaşılamayan yollar, satılan kamu arazileri, yeni imara açılan alanlar, çınar yaprağı gibi kesilen ruhsatlar… Bunlar sosyal medya şirinlikleriyle, çarşı pazarda samimi pozlarla örtülebilir mi?
Görünen o ki, sahnede hâlâ “bizim oğlan” rolünü oynayan bir figür var.
Bodrum Kendini Geri İstiyor
Bodrum’u gerçekten sevenler artık çılgına dönmüş durumda. Ne parti görüyor gözleri ne de “bizim oğlan”. Tek istedikleri, kaybettikleri Bodrum’u yeniden yaşamak.