Yine bir Nisan ayı… Tavla severlerin dört gözle beklediği, ustaların ustalığını sergilediği o büyük şölen: İSTAVDER Turnuvası. Bir turnuvadan çok daha fazlası…
Tavla tahtasında zarların dans ettiği, dostlukla rekabetin aynı masada buluştuğu, dünyanın dört bir yanından gelen ustaların buluştuğu bir festival. Ve ben, her yıl olduğu gibi bu yıl da Zilan Aytek kardeşimle bu eşsiz deneyimi paylaşmak üzere hazırlıklarımı tamamlamıştım. Uçak biletleri alınmış, otel rezervasyonu yapılmış, turnuva ödemeleri gönderilmişti.
Ama sonra bir şey oldu.
İstanbul’da meydana gelen deprem, sadece şehrin değil, ruhlarımızın da taşlarını yerinden oynattı. Zilan, “Abi ben gelemem, ailemle birlikte olacağım,” dediğinde, turnuvanın anlamı değişti. Artık bir oyun değil, bir vicdan meselesi hâline gelmişti. Gözümdeki rahatsızlıkla birleşince, içimdeki heves söndü. Gidebilirdim, evet, ama moralim, motivasyonum, odağım dağılmıştı. Tavla başka bahara kaldı.
Ama esas yıkım, yerin altından değil, yukarıdan geldi. Depreme karşı önlem alması gerekenler susarken, sorumluluk alan belediyeler hedef hâline getirildi. Deprem toplanma alanları bir bir imara açıldı. GSM operatörleri çöktü, insanlar saatlerce sevdiklerinden haber alamadı. Ve o esnada biz, halkın yüzde 60’tan fazlasının oyunu almış İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nı mahkûm etmeye çalışıyorduk.
19 Mart, bu ülkenin siyasi tarihinde kara bir gün olarak yazıldı. Halkın seçtiği bir belediye başkanını cezaevine tıkayarak, yalnızca bir kişiyi değil, milyonlarca insanın iradesini hiçe saydınız. Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul için planladığı her afet önlemi, her sosyal proje, her dönüşüm yatırımı askıya alındı. Ve bu gecikme, olası bir felakette telafisi olmayan bedellerle karşımıza çıkacak.
Dahası var: Eğer bu ülke Kanal İstanbul gibi bir yıkım projesine milyarlarca lira kaynak ayırabiliyorsa, deprem gerçeği için de aynı kararlılıkla bütçe oluşturabilirdi. Kanal İstanbul’un, betona, ranta ve doğa tahribatına açılacak bir yol olması dışında, İstanbul’u daha da kırılgan hale getirecek bir proje olduğu defalarca uyarılmışken, hâlâ bu projeye sahip çıkılması akıl tutulmasıdır. Oysa bu bütçeyle yüzlerce okul güçlendirilebilir, toplanma alanları artırılabilir, yeni afet koordinasyon merkezleri kurulabilir, hayatlar kurtarılabilirdi. Ama tercih Kanal oldu, halkın can güvenliği değil.
19 Mart’taki siyasi darbe, ardından gelen hukuk darbesiyle birleştiğinde, sadece demokrasiye değil ekonomiye de ağır darbe vurdu. Türkiye, milyarlarca dolar yatırım ve güven kaybına uğradı. Bu paralar, afete dirençli kentler inşa etmek için kullanılabilirdi. Ama bugün ne demokrasi kaldı, ne de bir felaketi göğüsleyecek hazırlığımız.
Deprem bir doğa olayıdır. Ama felaket, ihmalle büyür. Halkın seçtiği yöneticileri hapsederseniz, toplanma alanlarını ranta açarsanız, iletişim altyapısını ayakta tutamazsanız, sonuç sadece can kaybı değil; bir toplumun geleceğini kaybetmesidir.
Ben bu yıl İSTAVDER turnuvasında zar atmadım. Tahtaya oturmadım. Ama bu karar bir vazgeçiş değil; bir duruştu. Bir sorgulayıştı. Tavla başka bahara kaldı. Ama demokrasi, adalet ve yaşam hakkı… Onlar her şeyden önce gelir.
Çünkü bu ülke, hiçbir felaketi hak etmiyor.