Yazımın ilk sorusu kendime olsun! Bu yazıyı yazmaya neden ihtiyaç duydum?
Çatı yapısını; gazete, televizyon ve radyo yayıncılarının oluşturduğu basın sektörü yaşadığı sorunlardan, ürettiği anlık çözümlerle artık kaçamaz hale geldi de onun için..
Basın dünyasının kendi içinde yaşadığı olaylara ve kurumlarına baktığımda, işlerin yolunda gitmediğini görmezden gelmek, mümkün değil artık!
Meslekle ilgili; fikirler, yapılar, kullanılan usuller ve yasalar; önce tartışılıp, sonrasında da yeniden yapılanma sürecine acilen gidilmeli..
Tartışmaya açılacak konuların en başına da, Gazeteci Cemiyetlerini koyuyorum.
***
Sorunun başladığı yıllara geri dönüp oradan başlamak lazım. Malum sebebi olmayan sonuç yok yaşamda..
10 Haziran 1946 Pazartesi, İstanbul’da Türkiye Gazeteciler Cemiyeti‘ni (TGC) kuran Sedat Simavi’nin, yanlış iliklediği düğmenin günüdür sorunun başladığı tarih..
Başka bir deyişle; ilerleyen yıllarda bir tarafı gazete patronları diğer tarafı basın çalışanları olan ve yanlış iliklenen gömleğin iki yakasının bir araya gelemediğinin, gelemeyeceğinin hikayesidir.
Sedat Simavi’nin yanlış iliklediği ilk düğmenin, ilerleyen yıllarda da devamı geldi. Kimler, nerede bir cemiyet kursa, usulü, tüzüğü ve logosu “tıpkısının aynısı” oldu. İstisnaları kaideyi bozmadan..
Mesleğin girişimcileri ve çalışanları yıllar boyu şaşı bakış açılarıyla detayları görmedi, göremedi, görmek istemedi. Eline bir düğme geçirenin ilik aramaya başladığı süreçler tekrar tekrar yaşandı. İliği bulanda geçirdi düğmesini..
İlk gazeteci cemiyetinin kurulduğu yıldan bu yana geçen 79 yılda, kimse kafayı kaldırıp yanlış iliklenen gömleğin yakasına bakmadan yüzdürdü gemisini..
Patronu da çalışanı da birlikte erimeye çalıştığı gazeteci cemiyetleri altında..
Sonuç olarak; ne girişimcinin nede çalışanının içinde kendini doğru tanımlayamadığı, kimin varlığına-dayanışmasına hizmet ettiği belli olmayan, kadük bir cemiyetler silsilesi oluştu süreçte..
Sanırım böyle bir meslek grubu daha yoktur, kendini tanımlama konusunda bu kadar sorun yaşasın..
Türkiye’de gazetecilik mesleğini icra eden ve basın çalışanlarının; acilen doğru tanımlamaları yaparak mesleki örgütlenmelerini yeniden yapılandırmaları gerektiğini düşünüyorum.
Yasaysa yasa, odaysa oda. Bu işin böyle devam edemeyeceği artık kesin..
“Mesleğin girişimcileri yani gazetecilerle, basın çalışanları ayrı ayrı örgütlenmeli ve kaybedilen zaman hızla telafi edilmelidir.”
Kavram kargaşaları içerisinde bugünlere gelen sektör; kimin gazeteci, kimin basın çalışanı olduğu belli olmayan, içeriği çorbaya dönüşmüş toptancı değerlendirmelere tabi olan bir meslek grubu olmaktan acilen kurtulmalı..
Cevabı önce; Gazeteci kimdir?, basın çalışanı kimdir? sorularında aramak istiyorum.
***
O zaman soruyu soralım; gazeteci kimdir? Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk gazetecisi kimdir?
Gazeteci; yatırım araçlarını bir araya getirerek süreli veya süresiz yayın yapma işini icra edenlere denir.
Cumhuriyetimizin ilk gazeteci de; 7 Mayıs 1924 tarihinde İstanbul’da yayınlanmaya başlanan ve günümüzde de yayın hayatına devam eden, Cumhuriyet Gazetesi’nin kurucusu ve 1945 yılına kadar başyazarı olan Yunus Nadi Abalıoğlu‘dur.
Yani girişimci kimliği ile Cumhuriyet Gazetesi’ni kuran Yunus Nadi Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk gazetecisidir.
Sonrasında da; Milliyet Gazetesi’ni kuran Mahmut Soydan, Zafer Gazetesi’ni kuran Mümtaz Faik Fenik, Hürriyet Gazetesi’ni kuran Sedat Simavi gibi girişimcilerle örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Sonuç.. Gazeteci; girişimi yapan, yatırımı gerçekleştirendir.
Peki basın çalışanı kimdir?
Gazetelerde çalışan basın emekçilerdir. Yani; Muhabir, Foto muhabiri, yazar, editör, yazı işleri sorumlusu, sayfa tasarımcısı, reklamcı vs. gibi fikri görevlerini yapanlardır.
***
Gelelim sorunun kaynağına..
Bence sorunun kaynağı kendini yanlış tanımlayan Türkiye Gazeteciler Cemiyeti‘dir.
Hürriyet Gazetesinin Patronu Sedat Simavi; Vatan Gazetesi Yazarı Sadun Galip Savcı, Yeni Sabah-Cumhuriyet yazarı Cahit Baban, Vatan Gazetesi yazarı Hayri Alpar ve Tevhid-i Efkar-Cumhuriyet-Milliyet yazarı Sait Kesler ile birlikte kurduğu STK, yani TGC‘nin yıllar içinde yaratığı ten uyuşmazlığı mesleğin kronik hastalığına dönüşmüştür.
Gazetecinin yani girişimcinin ve basın çalışanlarının bir arada olduğu bir mesleki dayanışma hali, işin ruhuna aykırıdır..
Gazeteci Cemiyetleri; mahalle güzelleştirme ve koruma, okul kazandırma, hastane yapma, tavla ve briç oynamak gibi benzemezlerin bir araya gelerek kurduğu STK‘lar olmamalıydı.
Daha net ifade etmek gerekirse; gazete sahiplerinin dayanışmasıyla, basın çalışanının dayanışmasının aynı potada erimesi, mümkün olmamakla birlikte doğru da değildir.
***
Gazetecilik mesleğinin; kavram, tanım ve tarifleri açısından yaşadığı bu bahtsızlığı tartışmaya açmanın zamanı geldiği düşüncesindeyim.
Günün şartlarına uygun doğru düzgün bir basın yasası yoktur.. Meslek odası yoktur.. Gazete sahibinin çalışanına “basın kartı” verme hakkı bile yoktur..
Başka bir deyişle; 7’den 70’e herkesin talebinin, beklentisinin, hatta nasıl yapılacağı konusunda derin fikirlerinin olduğu bahtsız bir meslektir gazetecilik.
Vatandaşa haksızlık etmemek lazım.. Bu kadar kargaşa yaşanan bir mesleğe herkesin bir don tarifi oluyor elbette..
Hele de sosyal medya uygulamalarından sonra, herkesin içine kolayca dalacağını sandığı bir alan haline geldiyse gazetecilik..
Bunca cemiyet, dernek, federasyon, konfederasyonun yaptığı toplantı, konferans ve çalıştayların bundan sonraki ilk konusu, önce kendilerini doğru tanımlama yoluna gitmek olmalıdır.
Yanlış iliklenen gömleğin düğmeleri önce açılmalı sonrada sektörde herkes kendi gömleğini giymeli.. Hem gazeteciler hem de basın çalışanları için alarm seviyesi kırmızı..
Gazeteciyi yöneten muhabir, muhabiri yöneten gazeteci olur mu? Bu ülkede olur!
Durumu daha açık ifade etmek için şu soruyu da buraya bırakıyorum. Gazetecilik mesleğini besleyenlerle, meslekten beslenenler aynı çatı altında olur mu?
***
Yazdıklarımın; yanlış anlaşılmalara ve yorumlarla farklı noktalara çekilebileceği riskini göze alarak yazıyorum. Kavram kargaşalarının neden olduğu sorunların artık görmezden gelinmemesi gerektiği düşüncesindeyim.
Gün geçmiyor ki sektör içerisinde farklı konumlarda yapılan hatalarla, toptancı bir muameleye tabi kalmayalım.
Yaptığımız işte; doğruda yanlışta muhatabını bulmalı artık.. Bulmalı ki! Yaralanan mesleki saygınlığımız ve 4. Kuvvet olma özelliğimiz; hakkı olan güce ve konuma yeniden kavuşsun…
Kurumsal yapılarımızı ve dayanışma yöntemlerimizi masaya yatırmanın zamanı geldi bence..
Durumun söylenip geçilecek bir konu olmadığını düşünüyor, çözülmesi gereken büyük bir mesleki sorun olduğuna inanıyorum.