Kemal Kılıçdaroğlu, son açıklamasında kendisine yönelik “neden konuşmuyor?” eleştirilerine “Sessizliğimiz suskunluk değil, sorumluluktur” diyerek yanıt verdi. Ancak bu yanıt, ne partililerin vicdanında karşılık buldu ne de demokrasinin içinde bulunduğu ağır baskı ortamına bir çıkış sundu. Tam tersine, suskunluk diye adlandırılan bu durum, mevcut otoriter rejimin ekmeğine yağ süren bir işlev kazandı.
Bugün Türkiye, saray rejiminin yalnızca kolluk ve yargı gücüyle değil, aynı zamanda toplumu şekillendirme, muhalefeti bölme, sivil alanı daraltma hamleleriyle otoriterliği kurumsallaştırmaya çalıştığı bir süreçten geçiyor. Bu süreçte sadece iktidar aktörleri değil; muhalefet içerisindeki pasiflik, kırgınlıklar ve kişisel ikbal hesapları da etkili oluyor.
Sayın Kılıçdaroğlu’nun bu suskunluğu, tam da böylesi bir dönemde, halkın iradesiyle değişmiş bir CHP yönetimini tartışmalı hale getirme çabalarına dolaylı destek anlamı taşıyor. Kurultayla birlikte partide doğan yeni enerjiye, halkla yeniden kurulan bağa, gençleşen kadrolara sırt dönmek; farkında olmadan da olsa otokratik düzene karşı verilen mücadeleyi zayıflatıyor.
Sayın Kılıçdaroğlu, bu partinin geçmişinde önemli izler bırakmış bir liderdir. Ancak siyaset sadece geçmişle değil, bugünkü tutumla ve geleceğe bırakılan mirasla ölçülür. Bugün CHP’nin yanında durmak, parti içi demokratik işleyişe, kurultay iradesine ve halkın değişim talebine sahip çıkmakla mümkündür. Bu noktada “sessizlik” ne yazık ki sorumluluk değil, kaçınmadır. Hele ki bu sessizlik, kurultayın meşruiyetine açıkça sahip çıkmamakla birleşince, otokrasiye karşı verilen mücadelede zaaf üretir.
Ayrıca bilinmelidir ki, CHP’nin içini karıştırmak isteyen iktidar aklı, muhalefet içindeki her tereddüttü, her çatlaktan sızan sesi kendi lehine kullanmaktadır. Böyle bir tabloda, “parti içi denge” adına sürdürülen söylemler, otoriter düzenin kurumsallaşmasına dolaylı katkıdır. Yani adı konmamış bir “otokrasiye su taşıma” halidir.
Cumhuriyet Halk Partisi’nin “harem-i ismeti” elbette ki partiyi savunan herkesin ortak değeridir. Ama bu değer, kişisel hesapların, eski kadroların yeniden dizayn hırslarının değil; halkın iradesinin, değişimin ve yenilenmenin hizmetinde olmalıdır. Partiyi yalnızca geçmişin hatıralarıyla değil, geleceğin sorumluluğuyla büyütmeliyiz.
CHP, halkla yeniden buluştuğu, meydanlarda çoğaldığı, karanlığa karşı açık bir duruş sergilediği sürece güçlenir. Bu yolda yürüyen yeni yönetimi zayıflatmak, itibarsızlaştırmak ya da sessizlikle yalnız bırakmak; ne partililiğe ne de demokrasiye yakışır.
Bizler bu partiyi saraya, kayyuma, vesayete ve kişisel hesaplara karşı birlikte savunmaya devam edeceğiz. Ve unutmadan söyleyelim: Otokrasiye su taşıyan değil, halkın umudunu büyüten herkesle omuz omuza yürürüz.