Cumartesi, Kasım 15, 2025

Çok Okunanlar

Benzer Gönderiler

“Mutluluk Masalı ve Güç İstenci: Biz Kimin Hayatını Yaşıyoruz?”

Hayatlarımızın büyük kısmını bize öğretilenlerle geçiriyoruz. Birileri daha çocukken kulağımıza eğilip “mutluluk budur” diye fısıldıyor: uslu olursan mutlu olursun, çalışkan olursan mutlu olursun, sessiz durursan mutlu olursun. Sonra büyüyoruz; okul, aile, mahalle, kent, devlet… Her kurum bu “mutluluk masalının” bir parçasını cebimize sıkıştırıyor.

Ve biz bunun adına hayat diyoruz.

Oysa Nietzsche’nin cesurca ortaya koyduğu gibi, mutluluk çoğu zaman itaatin maskesidir. Sürüden ayrılmayanın, düzeni bozmayanın, fazla ses çıkarmayanın, karşı çıkmayanın verilmiş ödülüdür. Güvenli bir kafesin içindeki rahatlıktır.

Mutluluk bozulmasın diye sessiz kalan milyonlar var.
Mutluluk bozulmasın diye yanlışlara göz yuman milyonlar var.
Mutluluk bozulmasın diye kendi hayatını başkalarının ellerine teslim eden milyonlar var.

Ve biz onlara “iyi vatandaş”, “terbiyeli çocuk”, “uyumlu insan” diyoruz.

*** 

Ben bu yazıyı yazarken kendi yaşadığım yerlerden geçiyorum zihnimde…
Yenice’nin dar sokakları, Bodrum’un bembeyaz evleri, Bitez’in betona gömülmüş deresi, Torba kavşağında rant için tarumar edilen zeytinlikler, Gölköy’de adı değişmiş koylar, bayramdan bayrama hatırlanan mezarlıklarımız, çocukluğumuzun kaybolmuş oyun alanları…

Her yerde aynı soru yankılanıyor:

Biz gerçekten kendi hayatımızı mı yaşıyoruz, yoksa bize öğretilmiş hayatın içindeki rolümüzü mü oynuyoruz?

Bir düşünelim…
Annemizin “evladım şöyle yap, böylesi doğru” diye öğütlediği şeyler kimin doğrusu?
Babamızın “güvenli olsun, fazla ses çıkarma” diye söylediği kaç söz bizim gerçeğimiz?
Mahallemizin, kentimizin, devletin değerleri kaç kere gerçekten bizim içimize sindi?

Bizim karakterimiz dediğimiz şey, aslında başkalarının dokuduğu kalıp değil mi?

Mutluluk işte tam burada tehlikeli bir masal hâline geliyor. Çünkü insan, kendine ait olmayan bir kalıbın içinde de mutlu olabilir.
Mutluluk hissi, itaatin ödülü olabilir.
Ve bu yüzden de insanı büyütmez.

Nietzsche’nin söylediği gibi, insanın gerçek amacı mutluluk değil, güçtür.
Güç dediğim şey başkalarına hükmetmek değil; kendine kendisini yaratma cesareti vermektir.
Gücün kaynağı başkalarını ezmek değil; kendi korkularını yenmektir.
Güç, zorluklar karşısında kaçmamak, “herkes böyle yapıyor” diye teslim olmamaktır.
Güç, toplumun sana biçtiği hayatı giymeyi reddedip, kendi yaşamını kendi yüreğinle dikmektir.

Bitez deresini yol yapıp adına cadde diyorlarsa,
Aya Nikola’yı betonla boğup kültür diye pazarlıyorlarsa,
Zeytinlikleri imara açıp kalkınma diye süslüyorlarsa,
Halkın sahilini otellere satıp turizm diye anlatıyorlarsa,
Burada birileri “mutlu” olabilir.

Ama bu mutluluk bizim midir?

Kentimizin yağmalanmasına ses çıkarmazsak,
Siyasi baskının karşısında eğilirsek,
Bize dayatılan değerleri sorgulamazsak,

Evet, belki rahat yaşarız…
Ama kendi hayatımızı yaşamayız.

Ben mutluluğun değil, gücün peşindeyim.
Zorluklardan korkmayan, kendi yolunu açan, kendi sözünü söyleyen, kendi değerlerini yaratan bir güç…

Çünkü biliyorum:

Beni öldürmeyen şey beni güçlendiriyorsa,
Beni uyutan şey de zayıflatıyor.

Ve artık bu kentte, bu ülkede, bu hayatta kimsenin bizi uyutmasına izin verecek vaktimiz kalmadı.

Kendi irademizi, kendi değerlerimizi, kendi yaşam çizgimizi yeniden kurmanın zamanıdır.

Mutluluk değil, güç istenci…
Konfor değil, hakikat…
İtaat değil, kendi hayatımız…

İşte gerçekten orada başlar özgürlük…

Popüler Haberler