Akşamın sıcak da olsa estiği verandamızda Zalimcan’la oturak sohbeti yapıyorduk oradan buradan. Eskiden Bodrum sabahları sessizlikle uyanırdı. Denizden gelen iyot kokusu, araya serpiştirilmiş kekik ve begonvillerle karışırdı. Sokak aralarından mandalina bahçelerine doğru usulca uzanan yollarda yürürken, insan hem zamanla hem kendisiyle barışırdı.
Kendimizi Bodrum’un ruhunu arayan bir yerde bulduğumuzun farkında değildik. Ama bir yandan da devam ettik.
Bugünse başka seslerle başlıyor gün. Hafriyat kamyonlarının gürültüsü, vinçlerin homurtusu, kalabalık ve aceleci adımlar… Sanki bir tatil beldesinden çok bir metropol şantiyesi artık burası. “Kentleşme ile Rantlaşma” arasında sıkışıp kalmış sanki.
Bodrum’un yaşadığı şeyin, planlı bir kentleşme süreci olmadığı, daha çok, rastlantılara, imar aflarına, seçim öncesi ve sonrası kıyaklara ve yatırımcının iştahına terk edilmiş bir çöküşle tarif edilebileceği konusunda uzlaştık.
Yarımadada nüfus her yaz 1 milyonu aşıyor. Yol yetmiyor, su yetmiyor, doğa dayanmıyor. Belediye, kucağına oturtulmuş geçmişin plansız yükleriyle boğuşuyor. Kentin yerel siyaseti kendi derdine derman olamıyor. Memleketin “ağaları”, hangi sermaye grubuyla kucaklaşacağını hesaplıyor.
Yapılan her yeni “lüks proje”, geçmişin bir parçasını daha siliyor. Taş evlerin yerini beton ucubeler, zeytinliklerin yerini site blokları, patika yolların yerini otoparklar alıyor. Ve biz hala buna “gelişim” diyoruz öyle mi?
Bodrum artık bir tatil beldesi değil, bir “yatırım arenası”. Her koy bir inşaat firmasıyla, her tepe bir “residence” projesiyle işaretlenmiş durumda. Turizm mi, toplu konutçuluk mu oynanıyor belli değil. Oysa gerçek turizm, yerelin korunmasıyla mümkün. Turizm bir süreklilik, kültürel bağ ve doğayla uyum ister. Bizdeki gibi aslına sırtını dönerek değil.
Zalimcan’la birbirimize sorduk tabi. Kim için büyüyor Bodrum? Burada doğmuş, burada yaşamış insanlar artık şehir merkezinde oturamıyor. Kiralar uçmuş, yaşam pahalılığı yerel halkı kıyıya değil, kırsala sürmüş. Doğa direniyor ama “sistem susuyor”.
Bodrum’un kıyıları, ormanları, tarım alanları sessiz çığlıklar atıyor. Sit kararları bir gecede değişiyor. Orman yolları yangın önlemi diye açılıyor ama sonra projeler başlıyor. Kimi bölgelerde sular akmıyor, denize giden lağımlar var. Ama ruhsatlar çatır çatır kesiliyor. Halk soruyor ama yanıt yok; “kim denetliyor bu gidişatı? Kim dur diyecek bu hoyratlığa?”
Evet, geç kalmış olabiliriz ama tamamen kaybetmiş değiliz. Bodrum hala güzel. Hala umut var. Yeter ki bir irade ortaya konulsun. Öncelikle, yarımadayı kapsayan ortak bir üst plan yapılmalı. “Bodrum’un Anayasası” olacaktır bu. İkinci olarak, Bodrum’da yaşamak zorunda olan halka öncelik tanıyan barınma çözümleri geliştirilmeli. Ayrıca, kıyıların ve doğal alanların korunmasına yönelik şeffaf bir izleme sistemi kurulmalı. Belediye, sivil toplum kuruluşları ve halk el ele verirse, Bodrum kendini yeniden tanımlayabilir.
Bir yeri yaşanabilir kılan sadece denizi, koyu, iklimi değildir. Onu yaşanır kılan; hatıralardır, ortak yaşam duygusudur, kamusal vicdandır. Bodrum, sadece geçmişimizin değil, geleceğimizin de aynası olabilir. Ama bu aynada neyi görmek istediğimize şimdi karar vermeliyiz. Çünkü artık “tatil cennetinden beton cehennemine” dönüşen bu hikâyede, son sayfaya yaklaşıyoruz.
Eh biz de Zalimcan’la bardağımıza dökülen iki damla gözyaşına sığan pişmanlıklarımızı yudumladık zaten.
“Bir yerde yaşamıyorsan, orayı tüketirsin. Bodrum yaşanacak yerdir, satılacak değil” — Halikarnas Balıkçısı
Haftanın Önerisi…
Bugün Mumcular pazarına uğrayın. Taze çökelek, ev yapımı sabun ve mor domates mutlaka alın. Bir de pazarcı Hatice Abla’dan mandalinalı kek tarifini sorun, pişman olmazsınız.