Pazar, Temmuz 6, 2025

Çok Okunanlar

Benzer Gönderiler

Yiyin Efendiler Yiyin!

İzmir’de, Muğla’da, Hatay’da çıkan yangınların etkilerini şimdi duygusal boyutta hissetmemizin yanında, yok olup giden ormanlarımızın iklim değişikliğine yönelik olumsuz sonuçlarını gelecekte çok daha acı sonuçlarıyla yaşayacağımızı unutmayalım. Yangınlar neden çıktı, kim çıkardı gibi adli konular bizim işimiz değil ama sonuçta iklimsel etkenlerin yanı sıra insan faaliyetlerinden kaynaklandığı da ortada duruyor.

1926-1935 yılları arasında kendi aralarında para biriktirerek Türkiye Cumhuriyeti’ne 5 savaş uçağı alıp hediye eden Ödemişliler, ciğerleri yanarken gökyüzünde uçan bir yangın uçağı göremediler ya.. Asıl buna yanıyor o insanlar.

Tüm bu sevimsiz gelişmelerin dışında 2 Temmuz 2025 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisinin 104. birleşiminde 140 ret oyuna karşılık, 242 kabul oyuyla yasalaşan bir “İklim Kanunu”muz da var artık. Kanun teklifi, 27 Şubat’ta TBMM Çevre Komisyonunda görüşüldü ve ilk 4 maddesi 10 Nisan 2025 tarihli Meclis oturumunda kabul edildi. Gelen tepkiler üzerine 15 Nisan 2025 tarihindeki Meclis oturumunda geri çekildi ancak 25 Haziran’da başlayıp 1 Temmuz’a kadarki süreçte üçer, beşer maddesi kabul edildi ve en sonunda 2 Temmuz’da teklifin tamamı kabul edilerek yasalaştı,

Bu yasanın doğal çevreye, tarıma, dolayısıyla yaşam iklimimize ne getirip ne götüreceğini çok daha ayrıntıda ele almak gerekecek zaman içinde. Bu süreçte muhalefet partilerinin milletvekillerinin. yasanın onaylanmasına karşı duruşları tartışılıyor elbette. Örneğin 2 Temmuz akşamı 22.30’da yapılan son oturumda, muhalefet partilerinin milletvekillerinin 140’ı ret oyu verirken, 130 muhalefet milletvekili ise oylamaya katılmadı.

Dolayısıyla vatandaşlar, yasama görevi yapsın diye Ankara’ya gönderdiği muhalefet temsilcilerine şu soruyu soruyorlar. “Bu yasa, bizim yaşam coğrafyamızı olumsuz etkileyecekse niye Meclise gidip oy kullanmadınız?, Yok bu yasa, bizim yaşam coğrafyamızı olumlu etkileyecekse de niye ret oyu verdiniz?”

Bir kesim, iklim değişikliği ile mücadelede esas olan sera gazı emisyonlarının 2053’e kadar sıfırlanmasını, iklim değişikliğine uyum faaliyetlerini, planlama ve uygulama araçlarını, izin ve denetim ile ilgili yasal ve kurumsal çerçeveyi belirlemesini sağlayacak nitelikte olduğunu savunuyor. Hatta Türkiye’de, sanayinin daha az kirletmesine yönelik dönüşüm sürecini hızlandıracağını, iş gücünün bu dönüşüm sürecinde mağdur edilmemesini, yeşil yatırımların hızlanacağını, şehirlerde yeşil altyapı yatırımlarının artacağını ve enerji verimli binalar ile sürdürülebilir ulaşım çözümlerinin hayata geçirilebileceğini söylüyor. Bunlar kulağa hoş gelen sözler elbette.

Bir kesim ise, bu yasanın aslında sermaye için hazırlanmış yeni bir yağma düzenini işaret ettiğini, doğanın metalaştırılmasını getirdiğini, madencilik ve enerji yatırımlarının önünü açacağı gerekçesiyle zeytinliklerin ve ormanların yok edileceğini, buralarda yaşayanların yerlerinden edileceğini ve tüm bunları yapabilmek için iktidara süper yetkiler verileceğini ifade ediyor. Bu yasanın “yağma manifestosu” olduğu yönünde ciddi kaygılar var. Çünkü fosil yakıtlardan çıkış için bir tarih belirlenmediği, adil geçiş için gerçekçi bir planın ortaya konmadığı ve uygulamada önemli doğa alanlarının talan edilmesinin önü açılacağı düşünülüyor. Hatta toprağına sahip çıkmasıyla tanınan İkizköy’lüler, Ankara’da bu yasanın iptal edilmesi için parklarda yatarak protestolar yapıyorlar.

Okurken kafanız karıştı değil mi? Normal, çünkü bu kanunun getirisi/götürüsü, toplumun farklı kesimlerinde yeterince tartışılmadı. İktidar, yasa yapıcıları ve vatandaşları ikna edecek açılımları ortaya koymadı. Bunun sonucunda da kimi milletvekilleri ret oyu kullanırken, kimisi de oylamaya katılmadı. Şimdi yasama görevini yapmayıp oylamaya katılmayanlara mı hesap soracağız, yoksa ret oyu veren milletvekillerine mi nedenini soracağız? Türkiye’de ilk olan böyle bir yasayı önümüze koyarken yeteri kadar toplumu aydınlatmayan ya da tartıştırmayan iktidara mı çatacağız?

Cumhuriyet döneminde tekstil sektörü ve zeytincilik açısından çok ciddi yatırımlara ve potansiyele konu olan Bursa’dan 1950’li yıllarda derlenen (aslında bir Yunan aşk hikayesi olan) “zeytinyağlı yiyemem aman / basma da fistan giyemem aman” türküsünü bilirsiniz. Tekstil üretimini sanki bilinçli şekilde bitirmek için kapatılan Sümerbank ve Merinos gibi tekstil fabrikalarını da duymuşsunuzdur. Türküdeki basma ve fistanla tarif edilen bu sektörü bitirdiğiniz gibi, zeytinyağlı yemeyelim diye zeytinlikleri demi yok etmeye kast ettiniz?

En önemli gelir kaynakları olan tekstili ve zeytinciliği bitirin, ormanları yakın ya da söndüremeyin, olmadı maden çıkarma gerekçesiyle yok edin, şehirleri imar rantı hırsıyla talan edin. Sonra da “İklim Kanunu” çıkardık deyin. “Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin / Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin”. Haddimizi aşıp Tevfik Fikret’e bir katkı da biz koyalım; “İktidarıyla, muhalefetiyle, hep beraber yiyin”.

Popüler Haberler