Bayramın üçüncü gününe denk gelen Pazar günü yazımı yazdıktan sonra elektronik posta kutuma Zalimcan’dan bir gönderi geldi. Açmamla gözlerim büyüdü. 2 gün sonra Hanoi (Vietnam) gidiş, 10 gün sonra ise Bangkok (Tayland) dönüş olmak üzere iki kişilik uçak bileti. Bir de not; “bu ara seni çok üzmüş olabilirim, tekrar kucaklaşmak üzere kabul et lütfen”. Şaşırayım mı, duygulanayım mı, heyecanlanayım mı, sevineyim mi, telaşlanayım mı derken kendimizi İstanbul Havalimanında THY’nin dış hatlar terminalinde bulduk tabi.
Seyahat notlarımı derleyip toparladıktan sonra, beni etkileyen kısa kısa bilgileri sizlerle de paylaşmayı istiyorum elbette. Neyse, sekiz buçuk saatlik uçuş sonrası Hanoi’ye indiğimizde telefonumu açtım ki yine Zalimcan’dan bir mesaj. “Havaalanı çıkışında isminin yazılı olduğu bir dövizle karşılanacaksın, gerisine karışma”. Yahu her dakika bir sürpriz.
Gerçekten de havaalanından çıkışta adımın yazılı olduğu dövizi taşıyan çok pozitif bir hanımla karşılaştığımızda rahatladık çünkü uzak doğunun ne dilini biliyoruz, ne alfabesi bizimkine benziyor, ne de dil bilen insan bulmak mümkün. Daha sonra mükemmel bir rehber olduğunu anladığımız Burcu YALMANOĞLU hanım bize grubun tamamının gelmesini bekleyeceğimizi söylediğinde bir daha şaşkındım. Gezi boyunca çok iyi dost olduğumuz 7 arkadaşımız ve şahane rehberimizle çok güzel vakit geçirdik o ayrı ama Zalimcan’ın bu kadar ince düşüneceğini tahmin etmiyordum doğrusu. Okumuş çocuk tabi.
Vietnam’ım efsane komünist lideri Ho Chi Minh (biz onu kitaplardan Ho Amca diye tanımıştık) ve Vitnam-Amerika savaşından kalanları daha sonraki yazılarımda anlatacağım ama vatanını savunmak için muhteşem bir silah gücüne karşı yer altı tünellerinde mücadele eden Vietkong gerillalarının neler yaptıkları beni adeta sarstı. Dünyanın 7 doğa harikasından biri olan Ha Long Körfezindeki olağanüstü adalar arasında gezmek, Güney Çin Denizinde nemli ama muhteşem bir manzaraya uyanmak ise sadece yaşanırsa anlam kazanacak deneyimlerden.
Kuzey Vietnam, güney Vietnam derken bir ulusun küllerinden yeniden doğuşunu görmek ve geçmişe takılmadan ileriye yürümenin nasıl olduğunu anladıktan sonra “hadi gidiyoruz” dediler ve kendimizi Kamboçya’nın sıra dışı kenti Siem Reap’te bulduk.
Muhteşem Budist tapınaklarından biri olan Angkor Vat’ta “ipek pamuğu” olarak adlandırılan ağaçların koskoca taş yapıları nasıl yuttuğunu gördükten sonra Tonle Sap Gölündeki yüzen bir köyü, geleneksel ahşap tekneler üzerinden gördük. Hele bu köyü mutlaka anlatacağım daha sonra ama küçük bir ip ucu vereyim. Örneğin Kasım ayında, köyün yüzen okulunu görüyorsunuz ya, Haziran’da geldiğinizde o okul gölün başka bir yerinde. Çünkü suların alçalıp yükselmesine bağlı olarak köyün yeri her mevsim değişiyor. Hani bildiğim bütün şehir planlama ilkelerini unuttum adeta. Üstelik imar durumu ve yapı ruhsatı almak da yok.
Kamboçya’da “Kızıl Kmerler”in lideri Pol Pot’un komünizmi benimsetmek adına halka yaptığı eziyetleri de ayrıca anlatacağım ama “Apsara Dansı” denen ilginç gösteriyle Kamboçya tarihinin anlatılması ayrı bir heyecandı. Sonra ver elini Bangkok.
Hani “itibardan tasarruf olmaz” diyenleri bazen eleştiriyoruz ya, siz asıl Tayland Kralının yaşamını görün. Adam kendi kullandığı Boeing 737 uçak ile Bhutan Kralının yaş gününü kutlamak üzere günübirlik Bhutan’a gidip geliyor. Gerçi onun altı üstü bir tane uçağı var ama orayı karıştırmayalım şimdi.
Tayland’ı daha önce gezmiştim ancak Bangkok’u bu kadar ayrıntılı bilmiyordum. Burnumu batıra batıra yediğim muhteşem görünüşlü deniz ürünlerinden, bizim hamsimiz ya da gara izmaritimiz gibi tat alamadıysam da 800 TL’ye açık büfede yediğim deniz ürünlerini burada bulamayacağım gibi, bulsam da param yetmez.
Bangkok gecelerinde kötü bir görsellikle etini satan “lady boy” dedikleri seks kölelerini görünce çok üzüldüm ama Türkiye’ye gelir gelmez telefonuma düşen tatil yörelerindeki kadın turistlere kendini pazarlayan “erkek görünüşlü” çomar “Barzolar” haberleriyle yıkıldım. Seks turizminin dünya turizm piyasasındaki büyüklüğü giderek artıyor ama doğrusu benim ülkemde olmaması için büyük bir mücadele verilmesi gerektiği açık. Benim ülkemde normal turizm de bitti bitecek o da ayrı bir yazı konusu.
Velhasıl, inanılmaz deneyimlerle yaşanan 10 günün ardından kutsal topraklara, yani Bodrum’a döndüğümde şöyle bir haberlere bakmayı denedim ama vazgeçtim. Çünkü yüz güldürecek bir gelişmenin olmadığını görmektense, azıcık kendime gelmem gerekli. Öyle ya, Trump bile G7 zirvesinden erken çıkıp İran’la görüşmek için psikolojisinin uygun olmadığını söylemiş. Ben tropik iklimin onca muson yağmurlarını yedikten sonra biraz dinlensem olmaz mı?
Bazı okurlar, geçen Pazar günü niye yazmadığımı sormuş, bu yazıyla mazeretimi de bildirmiş olurum sanırım. Bu arada Zalimcan’la henüz görüşemedik ama nasıl teşekkür edeceğimi düşünüyorum.