Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde görüşülen yasa teklifi, basit bir mevzuat değişikliği değil; doğrudan doğruya zeytinliklere, ormanlara, kıyılara, meralara ve halkın yaşam alanlarına yönelik bir saldırı yasasıdır.
Bu teklif, “madencilik” ve “yenilenebilir enerji” kılıfı altında, bir avuç sermaye grubu lehine, milyonların doğasını ve geleceğini ipotek altına alan bir talan planıdır.
Ama bu kez farklı olan bir şey var: Bu talimatın kimden geldiğini açık açık ilan ediyorlar.
Meclis Genel Kurulu’ndaki konuşmasında, Sanayi ve Teknoloji eski Bakanı, AKP Bursa Milletvekili Mustafa Varank, yasa teklifini savunurken şöyle dedi:
“Enerji ve maden sektörünün ihtiyaçlarını giderecek şekilde bir çalışma yapıyoruz. Bu kanun, yenilenebilir enerji yatırımlarını hızlandırıyor.”
Ve ardından Meclis tarihine geçecek şu sözlerle halka meydan okudu:
“Siz yaptırmayacağız deyince biz yapacağız diyoruz.”
Bu söz, sadece siyasi bir kibir değil; doğrudan Limak, IC İçtaş, Cengiz Holding gibi sermaye çevrelerinden gelen talimatların Meclis kürsüsünden ilan edilmesidir. Bu yasa halkın değil, patronların siparişidir.
AKP Grup Başkanvekili Muhammet Emin Akbaşoğlu ise yasa teklifine ilişkin yaptığı açıklamada şu cümleyle itirafı tamamladı:
“Zeytinlik talanına karşıyız ama bu yasa 9 milyar dolarlık kaynak yaratacak.”
Bu sözlerin anlamı şudur:
“Zeytinlikler kesilecek, köyler yok olacak ama patronların kasası dolacak. Halkın değil, rantın yanındayız.”
Ve bu ilan, sadece politik değil; tarihsel bir dönüm noktasıdır. Çünkü artık hiç kimse “bilmiyorduk” diyemez.
İşte bu koşullarda, Muğla’nın Milas ilçesindeki Akbelen Ormanı’nı savunan köylülerden biri olan İkizköy Muhtarı Necla Işık, direnişin sembolü haline geldi. Aylarca süren çadır nöbetlerinin, iş makinelerinin önüne bedenini siper eden kadınların, her koşulda vazgeçmeyen yurttaşların öncüsü olarak, şimdi Ankara’da Cemal Süreya Parkı’nda açlık grevinde.
Açlık grevini yöntem olarak onaylamayabiliriz. Ama bu eylemin, bir çığlık olduğunu da görmezden gelemeyiz. Çünkü bu grev, yalnızca fiziksel bir açlık değil; yıllardır süren adaletsizliklere, doğa katliamlarına, halkın sesine kulak tıkayan bir sisteme karşı vicdanın son direnişidir.
Muhtar Necla Işık, yalnızca İkizköy’ü değil; Türkiye’nin tüm köylerini, dağlarını, derelerini, zeytinliklerini ve halk iradesini savunmaktadır. Onun duruşu, bir kadın köylünün, örgütlü ve kararlı halkın neleri başarabileceğini göstermektedir.
Bu yasa teklifinin içerdiği maddeler ise halkı neden ayağa kaldırdığını açıkça ortaya koyuyor:
ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) süreci işlevsizleştiriliyor,
Ormanlar madencilere bedelsiz tahsis ediliyor,
Kültür varlıklarına rağmen madencilik yapılmasının önü açılıyor,
Kamu kurumlarının üç ay içinde cevap vermemesi hâlinde “izin verilmiş sayılır” denilerek fiilen her şey serbest bırakılıyor,
“Stratejik maden” adı altında acele kamulaştırma yetkisi veriliyor,
Ve bütün bu kararlar, doğrudan Cumhurbaşkanı’nın başkanlık edeceği bir “Kurul” eliyle alınıyor.
Yani halkın hiçbir söz hakkı yok. Ne köylüye, ne yerel yönetime, ne çevre örgütlerine, ne bilimsel uyarılara kulak var. Tek kulak, sermayenin fısıltısına açık.
Ancak bir ses var ki, bu fısıltıyı bastırıyor: Akbelen’den, İkizköy’den, köylü kadınlardan, çocuklardan, Ankara’da açlık grevindeki Necla Işık’tan gelen direnişin sesi.
Ve biz bu sesi yalnız bırakmayacağız.
Bugün sessiz kalırsak, yarın sadece zeytin değil; yaşam da, gelecek de, onurumuz da kesilecek.
Bu yasa derhal geri çekilmelidir!
Çünkü mesele sadece zeytin değil, yaşamdı.
Çünkü mesele sadece köy değil, onurdu.
Çünkü mesele sadece ağaç değil, hakikatin kendisidir.
Ve biz o hakikatin, halkın ve Necla Işık’ın yanındayız.