Bodrum’un yaz akşamlarının keyfini bilirsiniz. Hele geçtiğimiz birkaç gün içinde dolunay vardı ya, hani yıldızları kırpıp meze yapası geliyordu insanın. Ancak gündem, havalar gibi çok sıcak. Bir yandan “İklim Kanunu”, diğer yandan zeytinliklerin kömüre feda edilmesinin önünü açan “torba yasa” (torbanın içinde ne ararsan var zaten).
Ankara’nın parklarında yatıp kalkan İkizköy’lülerin kararlı direnişleri bu “maden yasası” yüzünden, İklim Kanunundan değil. Buna karşın arap saçına dönen siyaset arenası. Hangi birine baksa yüzü ekşiyor insanın.
Zalimcan ile dün akşam otururken konu “İklim Kanunu”na geldi. İki hafta önceki yazımda, yasa yapsın diye Ankara’ya gönderdiğimiz seçilmişleri eleştirmiştim kıyısından. Hatta bu konuda azıcık ders çalışmak için izin istemiştim. Yasayı hatmettiğim gibi olumlu ve olumsuz tüm eleştirileri de derleyip toparladım. Öyle ya, bilgi olmadan fikir oluşmaz.
9 Temmuz 2025 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Türkiye’nin ilk “İklim Kanunu”, 20 maddeden ibaret ve yürütme yetkisi Cumhurbaşkanı’nın.
Küresel ısınmayı 1,5 veya en fazla 2 derece ile sınırlandırmayı hedefleyen Paris İklim Anlaşması, Türkiye dahil 194 ülke ve Avrupa Birliği tarafından onaylandı. Ekim 2021’de hem Paris Anlaşması’nı onaylayan hem de 2053 yılı için net sıfır emisyon hedefi koyan Türkiye’nin iklim kanunu, yine 2021 yılından bu yana hazırlanıyordu.
Bu kanunla ”2053 yılına kadar sıfır emisyon” stratejisi hukuki bir kimlik kazanmış oldu. Getirisi ve götürüsü hala tartışılıyor ve bence uzun süre de tartışılacak çünkü kanunun henüz yönetmeliği yok. Uygulamada nelerle karşılaşılacağı, denetimin ne kadar güçlü olacağı belli değil. Türkiye’deki denetim mekanizmasının biraz sorunlu olduğunu göz önünde bulundurursak çeşitli riskler oluşturduğunu da bilmek lazım.
“Adil geçiş”, “ikinci piyasa”, “emisyon ticaret sistemi (ETS)”, “gönüllü karbon piyasaları”, “iklim adaleti” gibi Türkiye’ye yabancı pek çok yeni kavram ve mekanizma yasa metninde yerini almış. Kurum ve şirketlerin belirlenen hedeflere ulaşması için “ulusal katkı beyanı”, “strateji ve eylem planları” ve “yerel iklim koordinasyon kurulları” gibi kurumsal yapılar oluşturuluyor.
Para cezalarıyla (örneğin emisyon izni almayan yükümlülere, rapor sunmayanlara ağır idari yaptırımlar) disiplin sağlanması hedefleniyor. Emisyon Ticaret Sistemiyle “karbon piyasası” kurulması ve karbon piyasasının pilot dönemle hayata geçirilmesi de öngörülüyor.
Kanunu savunanlar; Türkiye’de, sanayinin daha az kirletmesine yönelik dönüşüm sürecinin hızlanacağını, iş gücünün bu dönüşüm sürecinde mağdur edilmeyeceğini, yeşil yatırımların hızlanacağını, şehirlerde yeşil altyapı yatırımlarının artacağını ve enerji verimli binalar ile sürdürülebilir ulaşım çözümlerinin hayata geçirilebileceğini söylüyor. Hatta “Avrupa Birliği Yeşil Mutabakatı” ile uyuma dair iş dünyasında rekabet avantajı sunacağı belirtiliyor.
Kanunu eleştirenler ise; bu kanun, kâğıt üzerinde çevresel sürdürülebilirlik ve iklim kriziyle mücadele hedeflerini içerse de, içeriği ve öngörülen uygulama araçlarının esas itibarıyla neoliberal piyasa mekanizmalarının yeniden üretildiği bir çerçeve sunduğunu iddia ediyor.
Deniyor ki; eğer kanun gerçekten iklim kriziyle mücadele amacı taşısaydı, örneğin kömürden çıkış için belirli bir tarih veya uygulama ortaya koyabilirdi (Türkiye’de 2022 yılında 68.440 insan hava kirliliği nedeniyle hayatını kaybetmiş). Avrupa Birliği otoritelerinin belirttiği gibi, Türkiye, 2024’te üç kömür santrali planını (Karaburun, Kirazlıdere ve Malkara) iptal etse de, Ekonomik Kalkınma ve İş Birliği Örgütü (OECD) içinde yeni kömür santrallerine izin vermeye devam eden tek ülke. Öte yandan kömür çıkarmak için zeytinlikleri gözden çıkaran tek ülke de yine Türkiye. Yani bir yandan “İklim Kanunu”, bir yandan da “zeytinlikleri taşıyacak Maden Yasası”. Al sana kocaman bir çelişki..
Kanunun teknik ayrıntılarına girmeyeceğim ama özellikle şu “karbon piyasası” ve “Emisyon Ticaret Sistemi” denen muhteşem icada değinelim istiyorum. Örneğin siz kirletici bir işletmeye sahipsiniz diyelim. Bu faaliyetinizi gerçekleştirmek için Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığından (ayrıca bu kanunla yeni bir Başkanlık oluşturuluyor) “emisyon izni” almanız gerekecek. Yani “kirletme izni”. Bu izin de bir “kredi” sistemiyle kendi piyasasında satılacak. Nasıl bir şey bu?
Üreteceğiniz kirliliği azaltım projesiyle (örneğin ağaçlandırma veya güneş enerjisi yatırımı, ya da fosil yakıtların daha az kullanılmasını sağlamak) atmosferden bir ton karbondioksit eksilten projeler yaparsanız, belirli bir miktar karbon kredisi üretmiş sayılacaksınız. Projelerin ürettiği bu krediler, fazlasıyla kirletici şirketler tarafından satın alınabilecek. Böylelikle şirketler, sebep oldukları kirliliğin maliyetini bir ölçüde karşılamış olacak. Karışık değil mi? Ama iyi para döner bu piyasada.
Günümüzde bu yöntemin, dünyanın en büyük şirketlerinin gerçek anlamda kirletme sorumluluğundan kaçmasının bir yolu haline geldiği yönünde ciddi eleştiriler var. Hatta bazı şirketlerin, iklim kriziyle mücadele ediyormuş gibi görünmek için bu kredilere başvurduğu iddia ediliyor. Örnek mi? Dünyada karbon kredilerinin en büyük kullanıcıları; Shell ve Volkswagen. Örneğin Shell, 2020-2022 yılları arasında 34 şirketin karbon kredisini kullanarak 38 milyon ton karbondioksiti atmosfere salmış. Sırf bu firmanın üretip atmosfere saldığı kirliliğin boyutu, Etiyopya ve Kenya’nın 1 yılda ürettiği kirlilikten daha fazla. Deyim yerindeyse; “parasıyla değil mi?” mantığı.
Tüm bunların sonunda şu soruları sorabiliriz.
- İyi güzel de kardeşim, biz kirliliği yok mu etmek istiyoruz, yoksa kirliliğin bedelini ticarileştirip piyasada yeni bir alan mı açıyoruz?
- Bu kanun, fosil yakıtların kullanımına yönelik kısıtlamaları nasıl ve ne kadar önleyebilecek?
- Üretim alanında güçsüz ama kendi çapında üretim yapan firmaların bu haşin piyasa sistemine entegre olması mümkün olacak mı?
- Bu kanunun uygulanmasını bağımsız denetim ve sivil katılım süreçleriyle donattınız mı?
- Bu kanunu halka ve tüm üretim camiasına iyi anlattınız mı?
Ben ise iki hafta önceki yazımdaki soruyu tekrarlamak istiyorum yasa koyucu milletvekillerimize; Eeeyyy muhalefet milletvekilleri, bu yasa, bizim yaşam coğrafyamızı olumsuz etkileyecekse niye Meclise gidip oy kullanmadınız?, Yok bu yasa, bizim yaşam coğrafyamızı olumlu etkileyecekse de niye ret oyu verdiniz?