Bu hafta, Zalimcan’ın hazırladığı bir başka dosyanın kapağını açacağız. “Belediyeler”.
Konu oldukça ayrıntılı olduğu için bir yazı dizisiyle ele almak zorunluluğu var. Her Pazar kahvaltısından sonra bir çay kaşığı alınacak ölçüde ve lezzette anlatmaya çalışacağız. Yazı dizisi tamamlandığında, Muğla Büyükşehir Belediyesi ve Bodrum Belediyesi hizmetleri konusunda bir kanaate ulaşacağız elbette. Çünkü bu konunun siyasi bir tartışmaya ve yeni sorunlara neden olma olasılığı var.
Meseleyi tarihsel süreçten kopuk irdelersek, eksik ve hatalı yargılara varabiliriz. O yüzden belediyecilik konusuna biraz geçmişten başlayarak bugüne odaklanmak doğru olacak.
Yerel yönetimler temelde belli bir coğrafi sınırlar içinde yaşayan halkın yararlanabileceği bölgesel ve ortak nitelikteki hizmetleri sağlayan kuruluşlardır. Bu kuruluşlar devletin, kamu yönetimi aygıtının, bir parçası olarak kamu hizmetlerini sağlamaktadırlar.
Uluslararası Yerel Yönetimler Birliği (IULA)’nın 1985’de kabul ettiği “Yerel Yönetimler Evrensel Bildirgesi”nin başlangıcında yerel yönetimlerin niteliklerine ilişkin önemli hususların altı çizilmektedir. Bu hususlar; “yerel yönetimin, ulusal yapının ayrılmaz bir parçası olarak, halka en yakın yönetim kademesi olduğu ve bu nedenle, halkın yaşama koşullarıyla ilgili kararların alınmasına katılmalarını sağlamak ve toplumsal gelişmenin hızlandırılması konusunda onların bilgi ve yeteneklerini seferber etmek bakımlarından en elverişli konumda bulunduğu” ifade edilmiştir.
Yerel yönetimler, toplum halinde yaşamanın en gelişmiş şekli olan devletin yanı sıra, bölgesel nitelikteki kuruluşlardan biri olarak, bugün bilinen şekliyle 11 ve 12. yüzyılda Avrupa’da doğmuştur. Yerel yönetimlerin Avrupa’da ortaya çıkışı incelendiğinde; bu kuruluşların daha çok bağımsız şehir yönetimleri oldukları ve çok az sayıda şehrin kendi kendini yönetme imkanına sahip olduğu görülmektedir.
Türk-Osmanlı idare tarihinde il özel idareleri ve belediyeler Tanzimat yenilikleri kapsamında ortaya çıkmıştır. Osmanlı’da belediye yapılanması ilk defa 1855 yılında İstanbul’da oluşturulmuştur. Aynı şekilde il özel idareleri de 1864 yılında çıkarılan “Vilayat Nizamnamesi” ile her ilde “Meclisi Umumi” (Halk Meclisi) adı altında oluşturularak Osmanlı İdare yapılanmasında yerini almıştır.
Yerel yönetimler I. ve II. Meşrutiyet dönemlerinde ciddi bir gelişim gösterememiştir. Özellikle II. Meşrutiyet döneminde İttihat ve Terakki Partisinin, özerkliğin devleti parçalayacağı düşüncesi, merkeziyetçi ve devletçi bir politikanın izlenmesine neden olmuştur. Bu yüzden yerel yönetimlerle ilgili yasa, Balkan savaşları sebebiyle kanunlaşamamıştır. Daha sonra hükümet 1871 tarihli Fransız İl İdaresi Kanunu’nda bazı değişiklikler yapmak suretiyle “İdareyi Umumiye-i Vilayat Kanunu Muvakkatı” adıyla 13 Mart 1913 tarihinde yürürlüğe koymuş ve bu Kanun 5302 sayılı İl Özel İdareleri Kanununun yürürlüğe girmesine kadar küçük değişikliklerle uygulanmaya devam etmiştir. Bu Kanunla vilayetlerin tüzel kişiliği, uygulamaya ilişkin karar alma yetkisi ve ayrı bir mal varlığına sahip olması şeklindeki yerel yönetimlerle ilgili temel ilkeleri kabul edilmiştir.
Güçler birliği ilkesi ve meclis hükümeti sistemini benimsemiş olan 1921 Anayasası, yönetim anlayışı olarak da yerinden yönetimi hayata geçirmeye çalışmıştır. Bu Anayasa döneminde halkın yönetime katılması, tüzel kişilik, yerel yönetim ve özerklik vurgusu dikkat çekmektedir. Günümüzde bile yerel yönetimlere bırakılması düşünülmeyen eğitim, sağlık, ekonomi, bayındırlık ve tarım gibi birçok görev bu Anayasayla yerel yönetimlere bırakılmıştır.
Bu Anayasada iller, kazalar ve nahiyeler şeklinde bir idari yapılanmaya gidilmiş ancak bunlardan sadece iller ve nahiyelerin yönetiminin halk tarafından seçilerek oluşturulması öngörülmüştür. Böylece 1921 Anayasa’sı iller ve nahiyeleri bir yerinden yönetim olarak kabul etmiş olmasına karşılık kazaları Merkezi İdarenin taşra birimi olarak düzenlemiştir. Ancak 1921 Anayasasına göre karar alabilme yetkisi olan yerel yönetimlere ilişkin hükümler, bölgecilik ve bölünme kaygıları sebebiyle uygulanamamıştır.
1924 Anayasasının 91. maddesi ile güçlü özerklik vurgusu ve yerel yönetim ilkesi terk edilmiştir. 1961 Anayasası ise büyük yerleşim yerleri için özel yönetim oluşturma dışında 1982 Anayasası ile hemen hemen aynı içerikte düzenlenmiştir.
Türkiye’de yerel yönetimlerle ilgili çerçeve, Anayasanın 127. maddesinde çizilmiştir. Buna göre “Mahalli idareler; il, belediye veya köy halkının mahalli müşterek ihtiyaçlarını karşılamak üzere kuruluş esasları kanunla belirtilen ve karar organları, kanunda gösterilen, seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan kamu tüzelkişileri(dir)” olarak ifade edilmiştir. Ayrıca Anayasanın 127. maddenin 3. fıkrasının son cümlesinde “Kanun, büyük yerleşim merkezleri için özel yönetim biçimleri getirebilir” hükmüyle büyükşehir belediyeleri ya da alt belediyeler ya da daha farklı nitelikte yeni yönetim biçimleri oluşturulabilmesine imkan sağlamıştır.
Haftaya devam edeceğiz..






