Bu yazdıklarımı CHP’nin TBMM’de oluşturulan komisyondan bir heyetin İmralı’ya gitmeme kararından bağımsız değerlendirmekte yarar var.
Bu konuda özellikle muhalif kesimlerde yoğun bir kafa karışıklığı var.
Bir kesim,” terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın meşruiyet kazandırılmasına yönelik bir projeye CHP’nin alet olmaması gerekirdi, bu nedenle İmralı’ya gidilmemesi kararı doğrudur. “diyor.
Bir kesimde “Erdoğan’ın istediği oldu. CHP ile DEM’in işbirliği imkanı ortadan kalktı.” şeklinde değerlendiriyorlar.
Ancak görünen o ki, bu değerlendirmeler eleştiri sınırlarını çoktan aştı, CHP’yi iktidar mücadelesinden koparma noktasına geldi.
Bence asıl üzerinde durulması gereken konu yok sayılan, üyeleri kimi zaman teröristlikle suçlanan Anayasa Mahkemesi ve anayasa.
Bir ülkede toplumun yaşam biçimini, uyulması gereken kuralları belirleyen, hak ve özgürlüklerin güvencesi olması gereken anayasayı işine geldiğinde savunan, işine gelmediğinde tanımayan bir iktidarın yönettiği ülkede hukuktan, adaletten söz etmek mümkün mü?
Tüm önyargılardan bağımsız bir değerlendirme yapmak gerekirse;
Tutukluluğun nasıl ağır bir psikoloji olduğunu en iyi bilen biri olarak Öcalan ya da bu konuda en çok bedel ödemiş bir siyasi parti olarak DEM yöneticileri niye şunu söyleyemediler?
“Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesin hükümlü kararlarına uyulmadan bu ülkede barışın hakim kılınması mümkün değildir. Bu nedenle biz öncelikle yasal düzenlemelerin yapılmasını istiyoruz.”
Bunu söylemek yerine, AYM ve AİHM kararlarına karşın ısrarla ve inatla Selahattin Demirtaş başta olmak siyasi tutukluları rehin tutmaya devam eden iktidarla kapı arkası görüşmeleri tercih eden Abdullah Öcalan ve DEM konusunda toplumda bir güvensizlik oluşmasını doğal karşılamak gerekmez mi?
Aksi halde sormak gerekmez mi?
Barış mücadelesinin en aktif aktörlerinden Ahmet Türk ve Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer niye görevlerine iade edilmiyorlar ve DEM bu konuya niye sessiz kalıyor?
Kuşkusuz açıklanmasa da tüm bu konular bir yerlerde pazarlık masasına yatırılıyordur ve belki de bizim bilmediğimiz başka pazarlıklar vardır.
Ancak unutulmamalıdır ki, şeffaf yürütülmeyen görüşmeler ve projeler her zaman toplumda kaygı ve kuşkuyla karşılanır.
Özetle söylemek gerekirse sorun İmralı’ya gitmekten öte hukukun meşru kılınmasıdır, Öcalan’ın değil.
Kapalı oylamayla alınan bir kararın uygulanmasından nasıl bir sonuç çıkacak, hep birlikte göreceğiz.
Kürt yurttaşlarımızın bu konudaki duyarlılığına elbette saygı duymak zorundayız. Ama bir o kadar da siyasi bir parti olarak CHP’nin aldığı kararı da anlayışla karşılamak gerekir.
İmralı’ya elbette gidilebilir ama gitmeyenlere de neredeyse barış karşıtı gibi tavır almanın da doğru olmadığını düşünüyorum.
Tutuklu yargılamalara son verilmeden, yargıyı siyasetin bir aracı olmaktan kurtarmadan, gerçek anlamda bağımsız mahkemelerde adil yargılamalar yapılmadan, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararları uygulanmadan barışa ulaşmak mümkün değildir.







