Veeeee Maldivlerrr…
Niye böyle başladım? E, bir zamanlar en çok konuşulan ülkelerden biriydi. Çok havalı, çok eğlenceli, içkilerin su gibi aktığı balayı adası… Fotoğraflar da gerçekten çok güzeldi.
Eşimin iki iş seyahati arasına, eylül ayı için bir plan yaptık. Ben İstanbul’dan, o Tayland’dan; başkent Male’de buluşacağız. İlk ben vardım. Havaalanından alınacağım, gelen giden yok… Macera başladı.
Zar zor bir taksi buldum. Şoförün görünüşü iticiydi, hiç güven vermedi. Neyse, 20 dakika sonra otele vardık. Otel, bizim seçtiğimiz otel değildi; dökülüyordu. Yine de bir bakayım dedim. Oda kapısında kilit yoktu… O kadar diyeyim. Neyse ki eşim gelince düzgün ve güzel bir otele geçtik. Yani oteli ayarlarken fotoğraf başka, gerçek başka çıktı.
Bu arada eşime sürpriz yaptım: bir porsiyon pişmiş Adana kebabını şoklattım. (Kendisi Adanalı 🙂)
E, yanında rakı da olması lazım. Ancak ülkeye içki sokmak yasak. Bir yol buldum: Rakıyı lens suyu şişesine koydum. Şişe makyaj çantasında, Adana kebabı da güzelce paketlenmiş hâlde kıyafetlerin arasında… Mis gibi geçtim kontrolden 🙂
Maldivler; Hint Okyanusu’nda bulunan bir takımada ülkesi ve aynı zamanda Asya’nın en küçük ülkesi. MÖ 200’lü yıllarda bir Hint prensi tarafından kurulmuş.
Maldivliler, adada yer alan Hint-Aryan kökenli etnik bir grup. Maldivce ve İngilizce konuşuyorlar. Nüfusun %97’si Müslüman. İngiliz sömürgesinden sonra İslamiyet’i kabul etmişler ve cumhuriyetle yönetiliyorlar. Sokaklarda başı kapalı kadınlar da var, açık olanlar da. Çarşaf yok. Kapalı olanlar genellikle uzun bir fuları başlarına takmış ve kot pantolon giyiyor. Genel olarak güler yüzlüler.
İlk gece Male’de kaldıktan sonra, konaklayacağımız ada Maafushi’ye deniz motoruyla geçtik. Toplamda 1200 civarı ada varmış. Bunların sadece 200’ünde insan yaşıyormuş. Bir kısmında yalnızca yerli halk, bir kısmında hem yerli halk hem turistlerin kaldığı oteller var. Kalan adaların yaklaşık 80’i ise tamamen otel adası. Evet, her ada bir otel. Maafushi, hem yerli halkın hem turistlerin kaldığı bir adaydı.
Otelimiz sahildeydi; gayet güzel, kocaman odasıyla şık ve temizdi. Balkonda, neredeyse balkon kadar büyük bir jakuzi vardı. İlk gece kebap–rakı ikilisini ortaya çıkarmak için çaktırmadan hazırlıkları yaptım. Eşim… şok, şok, şok oldu 🙂
Turistlerin denize girdiği sahil ayrı. Adada içki içmek yasak, dolayısıyla satışı da yok. Ama sahilden yaklaşık 500 metre açıkta motorlar var ve içki satıyorlar. Sahilden başka bir motorla bu içki satılan motorlara gidiliyor, orada içip geri dönüyorsunuz. Bir içki: 50 USD. Buna çok güldük ve… gitmedik.
Etrafta çok değişik kuş çeşitleri vardı. En dikkat çekeni kocaman papağanlardı. Çok çeşitli renkleriyle doğanın içinde özgürce yaşıyorlardı.
Denizin rengi, beyaz kumlar, bitki örtüsü… Gerçekten mükemmel. Kendinizi başka bir dünyadaymış gibi hissediyorsunuz. Fotoğraf çekmeye doyamadım. Belki hatırlarsınız, 1980’lerde “Blue Lagoon” adlı bir film vardı; Maldivler’de geçiyordu. Görüntüler muhteşemdi. Aynen öyle.
Mevsimsel değişiklikler ve akıntılar nedeniyle kumsalların ve adaların şekli sürekli değişiyormuş. Şöyle anlattılar: Dün gördüğünüz bir ada veya kumul, bir hafta sonra bambaşka bir yerde olabilir; hatta yerinde bile olmayabilir! Kaybolan adalar tekrar ortaya çıkabiliyor, kıyıdan uzaklaşsa bile akıntılarla geri gelebiliyormuş. Tam bir yapboz 🙂
Bembeyaz kumların sırrı; okyanus canlılarının ölü kalıntıları ve mercanlar. “Ne var, bizim de Salda Gölü’müz var” dedim 🙂 Salda Gölü’nün suyunda ve çevresindeki kayalarda bulunan magnezyum mineralleri, beyaz rengi veriyormuş. Görmediyseniz şiddetle tavsiye ederim.
Konuyu dağıttım, toparlayayım.
Günübirlik olarak bir otele (Adaaran Prestige Vadoo Resort) gittik. Sabah 08.00 gibi motora bindik, dönüş saatimiz 17.00’ydi. Eşim yanına toplam 1 litrelik iki su şişesi aldı. Teknede 10 kişi falandık, yarım saat sonra adadaydık.
Sezon dışı olduğu için ada çok sakindi. Sahildeki bar sabah 09.00’da açıldı. Bu arada lens suyu şişesindeki rakı oteldeyken bitmişti tabii. Akşam için, bardan kaldığımız otele içki götürmeyi planladık. Sistem şöyleydi: Ayrı ayrı bara gidiyoruz (dikkat çekmemek için), içkileri alıyoruz. Bardaklardan birini birlikte içiyoruz, diğerini eşimin getirdiği şişelere boşaltıyoruz. Öğlene kadar şişeleri doldurduk 🙂
Deniz, ortam, yeme-içme… Her şey mükemmeldi.
Bu arada Maldivler’deki tek Türk otelin Ayada Maldives olduğunu, ne yazık ki döndükten sonra öğrendik.
Tam gün süren bir gezi teknesine katıldık. 10–12 kişi kadardık. Farklı noktalarda denize girdik. Öğle yemeği için bir adaya yanaştık. Yemekten sonra etrafı dolaşmaya başladık. Bir dükkân gördük, girdik. Gayet sade, düzenli olmayan ahşap raflarda minik şişeler, küçük torbalarda tozlar, büyük çuvallarda çeşitli otlar vardı. Meğer burası… eczaneymiş 🙂
Teknedeyiz, bir yerde durduk ve biri “Hadi balıklarla yüzmeye!” diye bağırdı. Nasıl yani? Köpek balıklarıyla!
Büyük, açık gri, yassı ve uzun çeneliler; hızlı hızlı, teknenin etrafında yüzüyorlardı. Hemşire köpek balıklarıymış. Dişsizlermiş, bir şey olmazmış. Millet hoop diye suya atladı. Biz şaşkın şaşkın izledik. Bizimle birlikte birkaç kişi daha girmedi. Kimseye bir şey olmadı 🙂
Denizin ortasındaki bembeyaz kumlu uzun kumsal adacıklara (Sandbank) çıktık. Drone ile fotoğraf çekimi yapıldı. Gerçekten görülmeye değer. İnternette “Sandbank Maldives” yazarsanız muhteşem fotoğraflar görebilirsiniz.
Dönmeden önce Male’de yine bir gün kaldık ve şehri gezdik. Uzun yürüyüşler yaptık. İki şey dikkatimi çekti:
Birincisi, hiç hediyelik eşya dükkânı görmedim.
İkincisi, trafik. Ne trafik ışığı var ne korna. Araçlar belli bir hızda gidiyor, yol verme yok ama kimse kimseye çarpmıyor. Bir süre öylece seyrettik 🙂 Gerçekten çok şaşırtıcı.
Bir buranın trafiği aklımda kaldı, bir de Mısır–Kahire trafiği. Tam tersi… Ana yollarda herkes ve her şey var: İnsanlar, arabalar, at arabaları, hayvanlar, kamyonlar, motorlar, bisikletler… Herkes hareket hâlinde. İnanılmaz bir korna sesi, tam bir kaos.
Maldivler’e tekrar gidilir mi? Gitmek isterim tabii. Yapılacak çok şey var. Mesela 5–6 metre derinlikte su altı restoranları varmış, göremedik.
Ama…
Daha görülecek çooook ülke var.






